Babamdan tuhaf bir mesaj aldım…

Koltuğumda diken üstünde oturur gibi rahatsızca kıpırdanırken tekrar yanımdaki telefonu elime alıp güç düğmesine bastım. Babamdan yeni bir bildirim yoktu. Sms ekranında sadece bana 2 saat önce attığı 3 kelimelik mesajı vardı

“Hemen buraya gel.”

Ardından ise benim tüm ekranı kaplayan endişe dolu paragraflarım ve cevapsız aramalarım diziliyordu. Yeni bir mesaj atmayı ya da tekrar aramayı aklımdan geçirdim. Sabit hat üzerinden babamın numarasını tekrar tuşladım. Yine uzun çalışların sonu telesekreterin robotik sesi duyuldu. Telefonu yan koltuğa fırlattım ve daralan nefesimi düzenlemek için uzun uzun soluk almaya başladım. Arabanın içindeki havasız ortam beni öldürüyordu. Hemen sağımdaki pencereyi sonuna kadar açtım. 120 ile giden arabamdan yüzüme vuran soğuk ve sert rüzgar içeriye doldu. Hızımı biraz bile düşürmeden I-70 otoyolundan babamların yaşadığı kasabaya gitmeye devam ettim. Işık olmayan yolda görüş sağlayan tek şey araba farlarımdı. Saate baktım. Dijital saat gece 1.35’i gösteriyordu. Babam bana mesajı attığı andan yalnızca 5 dakika sonra yola çıkmıştım ve hala ailemin kasabası ile aramda en az yarım saat mesafe vardı. Türlü türlü deli saçması düşünce beynimde enkaz yaratıyordu. Ya anneme bir şey olduysa, ya büyük bir kaza geçirdilerse, ya da telefonun çekmediği bir yerlerde kayıp oldularsa? Fark etmeden gaza daha çok bastığımda araba bağırmaya başladı. Aşırı tepki veriyordum belki. Açık camdan uğuldayan rüzgar artık rahatsız edici olmuştu. Camı geri kapadım ve sakinleşmek için radyodan rasgele bir müzik kanalı açtım. Müziğin rahatlatıcı bir etkisi olduğunu söylerler, gerçekten de kendimi birkaç dakika sonra arkada çalan basa göre ritim tutar halde buldum. Neredeyse tüm endişemi bir kenara atmışken yan koltukta gelen bildirimle titreyen telefonumu işittim. Radyoyu anında kapadım ve elime telefonumu aldım. Duvar kağıdımın üstündeki bildirim kutusunda gönderenin annem olduğu yazan bir mesaj vardı. Fakat mesaj uzun olmalı çünkü sadece ilk 5 kelimesi okunuyordu.

“Aidan, eğer baban ya da benden…”

Devamını okumam için mesajın üstüne tıklamam gerekiyordu. İki kez bildirim kutucuğuna tıkladım ve ardından kilit ekranında parolamı girdim. Burada internet çok yavaş olduğundan mesaj bir türlü açılmıyordu. Her ne kadar bomboş olsa da gözlerimi bir saniye otoyola çevirdim. Bunu yaptığım an gördüğüm şey yüzünden bir anda telefonu fırlattım ve iki elimle direksiyona sarıldım. Frenlere öyle sert abandım ki araba çığlık atarak ve yana savrularak sol şerit üstünde durdu.

İlk düşüncem yanlış görmüş olduğumdu. Hatta öyle de olmalıydı zaten. Gözlerimi kırpıştırdım ve yüzümü ovaladım. Ardından hemen arkama, arka farların aydınlattığı kadar olan kısma baktım. Bir şey görünmüyordu. Yine de arabayı yandaki acil durum şeridinden geriye çevirdim ve ters yol üzerinden yavaşça gaza bastım. Çok değil birkaç metre sonra tekrar göründü. Vücudu bir milim bile oynamamış, yalnızca kafası bana dönük ve gözleri beyaz far yüzünden parıldayan arkadaşım. Arabayı durdurdum ve dışarı çıktım.

–Matteo? Burada ne işin var dostum?

Bana geri cevap vermeyince biraz daha yanına gittim. Matteo benim çocukluk arkadaşımdı, annem ve babamla aynı kasabada olan bir tamircide çalışıyordu. Ben üniversiteye gittikten sonra aramız biraz açılsa da hala iyi arkadaş sayılırdık. Artık aramızda birkaç metre kala tüm vücudunu bana döndürdü.

–Dostum, arabam bozuldu.”

Arkasında duran kırmızı Ford’unu gösterdi. Omzunun üstünden arabaya baktım. Matteo küçükken hayalinin hep bir motor almak olduğunu hatta arkasında benimle dünyayı turlamak istediğini söylemişti. Bu yüzden biraz şaşırdım. Fakat fikirler değişebilen şeylerdi. Elimle ensemi kaşıyarak sordum.

–Tam olarak nesi var?”

–Bilmiyorum, sadece bozuldu.”

Gözlerini arabadan indiğimden beri benden ayırmadığını fark ettim. Ayrıca sesi bir… tuhaftı. Yani Matteo’nun normalde de kalın bir ses tonu vardı evet ama bu sefer sanki onun fakat ona ait olmayan bir sesle konuşuyordu. Derin bir iç çektim ve onun omzuna vurdum.

–Pekala dostum, burası soğuk ve karanlık. O yüzden en iyisi şimdi arabayı bırakalım. Zaten kasabaya gidiyordum, seni de yanıma alayım. Yarın sabah ise tekrar geliriz ve sorunun ne olduğunu çözeriz. Tamam mı?”

Yalnızca kafa salladı, boş bakan gözlerinde hiçbir ifade değişikliği olmamıştı.

–Kendi arabandan alınacak bir şeyin varsa al. Ben seni benimkinde bekliyorum.”

Arkamı döndüğümde bile hala kınayıcı gözlerinin varlığını hissediyordum. Fazla üstelemeden arabama yürüdüm. Kaputun önünden şoför koltuğuna gidecek iken tam kafamın arkasında ani bir acı hissettim. Biri bana çok sert bir şeyle vurmuş olmalıydı. Darbenin etkisi çok güçlüydü, bu yüzden yere yığıldım fakat bilincimi tam kaybetmemiştim. Kafamdan yere akan kanı gördüğümü hatırlıyorum. Bana vuranın kim olduğuna dönüp bakacakken kafamda tüm şalterleri indiren ikinci darbe ile tamamen bayıldım. Uyanmam ne kadar sürdü bilmiyorum. Ama uyandığımda ne hissettiğimi çok net hatırlıyorum. Panik sanki kamyonla üstüme boşaltılmış gibi bir anda hücum etti. Çünkü ben kıpırdayamıyordum. Ellerim iki yandan halatlarla sandalyenin kollarına bağlanmıştı. Aynı şekilde ayaklarım da öyleydi. Kalbim bir anda hızlanmaya ve tüm vücudumu titretecek kadar hızlı atmaya başladı. Ağzımı bağırmak için açmadan önce bir ses duydum. Adım sesleri, başta soluklarlardı. Fakat gittikçe hızlanan ve gürleşen ses sonunda içinde bulunduğum odada yankılanmaya başladı. Boynumu çevirdim, gelen kişi hala görüş açıma girmemişti. Biraz daha bekledim, adım sesleri kesildi. Sanırım yürümeyi bırakmıştı.

–Kimsin sen?”

Yanıt yerine yabancı tekrar yürümeye başladı. Fakat sabit bir noktada değildi. Bir sağımdan bir solumdan geliyordu. Arkamdaki kimse artık sanki odada volta atıyordu.

–Benden ne istiyorsun?”

Yine cevap yok. Fakat bu sefer sağ gözümün köşesinde bir kıpırdanma gördüm. Tüm ilgimin oraya kaymasıyla sırtı bana dönük kişiyi hemen tanıdım.

–Matteo?”

Bana bakmadı, sanki odada tekmiş gibi işini yapmaya ve ona seslenişlerimi duymazdan gelmeye devam etti. Önünü bana dönene kadar bir şey demedim. Belki şakadır diye düşündüm zayıf bir ihtimal de olsa. Fakat vücudu tam olarak tarafıma bakınca elinde gördüğüm şırınga benzeri şey yüzünden kaskatı kesildim. Enjekte etmeye hazır konumda iki parmağı arasında tutuyordu. Sabit adımlarla üstüme yürümeye başladı. Şoktan tepki vermeye fırsatım bile kalmadan Matteo, koca bir parça saç tutamımı can yakacak şekilde sola çekti ve boynuma iğneyi soktu. Acıyla bağırdığımı, yerimde tepindiğimi hatırlıyorum. Sonra bilincimi kaybetmiş olmalıyım. Tekrar uyandığımda etraf soğuktu. İlk fark ettiğim diğer şey ise güneşin yavaş yavaş kendini gösterdiğiydi. Dikkatimi çeken ve aklımı tümüyle yerine getiren diğer şey arkamdan yükselen alet gıcırtılarıydı. Başta biri vida sıkıyor sandım. Fakat sonra sesler değişti. Hayır, kesinlikle vida sıkma sesi değildi. Daha çok bıçak bileme sesine benziyordu. Ardından yine Matteo yanımdan yürüyüp geçti. Önümde duran fakat çok az gelen güneş ışığı yüzünden alacakaranlıkta kaybolmuş bir tezgâhın başına gitti. Doktorların ameliyatlarda kullandığı tekerlekli tezgâhların tıpatıp aynısıydı. Üstündeki malzemeler de buna dahildi tabi. Bedenim karıncalanmaya başladı. Yerimden kalkmak için tekrar hamle yaptım ama halatlar hala beni çok sıkı tutuyordu. Ben kurtulmaya çalışırken Matteo önünü döndü, elinde basit bir makas vardı. Üstüme gelmeye başladığında ona bağırdım.

–Onunla ne yapacaksın?”

İki eli de beni tutmak ister gibi yaklaştı, otomatik olarak geri çekildim. Sadece saçımdan bir tutam kesti ve görebildiğim kadarıyla cebinden çıkardığı küçük bir kaba koydu. Tamamen ruhu çekilmiş gibi robotik hareketleri vardı. Bu hali beni fazlaca ürkütmüş ve sinirlendirmişti.

–Matteo! Bu lanet bir şaka mı? Hemen çöz beni.”

Sesim küçük odada duvarlara çarpıp üstüme kapandı. Yine de arkadaşım bu sert çıkışıma rağmen sessizliğini bozmadı. Onun yerine içi boş başka bir şırınga aldı ve yanıma geldi. İğneyi batırır konuma getirmeden küçük bir uyarıda bulundu.

– Sakin ol, sadece kan alacağım. Eğer kıpırdarsan iğne kırılır ve etinin içinde kalır.”
Son cümlesi kolumu felç etmeye yetti. O benden kanı çekerken yalnızca yüzümü buruşturdum. İğneyi çekip tezgâhın üstüne bıraktı.

–Tüm bunları neden yapıyorsun?”

Artık gerçekten korkmaya başlamıştım. Ellerimin titrediğini fark ettim. Fazla stres olduğumda yaşadığım, sanki iç organlarımın pres makinesi altında ezilme hissi çok kuvvetlenmişti. Özellikle ikinci dönüşünde elinde gördüğüm kerpeten yüzünden. Bana doğru tehditkâr şekilde tuttuğunu görünce bağırdım.

–Dur”

Dinlemedi. Kerpeteni sağ işaret parmağımı arasına alacak şekilde açtı. O an stresten gözümün karardığını hissettim. Çığlık atıp ona tekrar durmasını söylediğimi ve kerpeten parmağımı sıkıştırdığındaki insan ötesi feryadımı çok net anımsıyorum. Ardından ise… Yazmak midemi bulandırıyor. Evet, ani acı sonrası belki halüsinasyonlar görmüş olabilirim ama yanlış görmediğimi bildiğim bir şey de vardı. Matteo kanlar akan elimin altına düşen parmağa eğildi ve onu… yerden aldı. Niye yaptı bilmiyorum. Sonrasında baygınlık geçirdim. Bu sefer diğerlerinden daha uzun oldu sanırım. Çünkü ben uyandığımda hava tekrar kararmış, Alacakaranlık odada kendimi kan içinde bulmuştum. Fakat bu sefer kesindi, odada yalnızdım. İçeriyi değişik bir koku sarmıştı. Sanırım benim kanımın kokusuydu. Aşağıya, bakmaya ne kadar çekinsem de durumunu göremem gereken parmağıma baktım. Az kalsın üstüme kusuyordum, kemiğimin beyazı kan içindeki etleri yarmış, eklemimin bir kısmı hala duruyor ve onun da her tarafı kurumuş kanla kaplıydı. Acı zayıf anımı fırsat bellemiş gibi ben parmağıma bakınca tekrar üstüme nüfuz etti. Arkadaşım, artık eski olan, tarafından resmen işkence görmüştüm. Şimdi ise onun bodrumunda bir yerde savunmasız şekilde oturuyordum. Burada öleceğim fikri aklıma yerleşmişti. Nasıl bir psikopatla yıllarımı geçirmiştim ben? Yine de çabuk vazgeçen biri değildim. Sol elimi saran ipe baktım. Düğüm noktası ulaşabileceğim bir yerdeydi. Hareket alanı kazanmak için ipleri çekiştirdim ve parmaklarımla düğüm noktasına uzandım. Onu tutmuştum. Şimdi tek yapmam gereken gevşetmekti. El parmaklarım deli gibi oynuyor, eklemlerim artık bu hareketten dolayı zonkluyordu. İlk düğümü açmayı başardığımda sevinecekken yine bir şeyler duyuldu. İçimden küfrettim. O yine geliyordu, çabuk davranmalıydım. Düğümü daha sert çekiştirmeye başladım. Kulağım hala arkadakinin ayaklarındaydı. Artık yürüme değil, ses koşmaya dönmüştü. Bu beni daha çok panikletti ve artık ipleri çözmeye değil yolmaya başladığımı fark ettim. Ses yaklaştıkça anlımdan soğuk terler akıyor ve titreyen parmaklarım daha çok kontrolü kaybediyordu. Sonunda aramızda tahminen birkaç metre kala kurtulamayacağımı anlayıp arkamdan fırlayan Matteo’ya yalvardım.

–Hayır, lütfen yapma!”

Beni baştan aşağı süzdü. Alnında terler birikmişti. Sıfatımı görünce gözbebeklerinin büyüdüğünü fark ettim.

–Aidan, demek sensin. İyi misin?”

Benimle ne çeşit bir oyun oynuyordu bilmiyorum ama katlanamadığım kesindi. Yaklaştıkça korku da onunla birlikte üstüme çöküyordu. Suratımdaki endişeyi fark etmiş olacak ki geri çekildi.

–Sorun yok sana zarar vermeyeceğim.”
Etrafına telaşla bakınırken hiç tahmin etmeyeceğim bir şey yapıp iplerimi açtı. Sağ elimi çözerken bana mırıldandı.

–O pislik sana da mı aynı şeyi yaptı?”
Ben tek kelime dahi etmedim. Son bağımı da çözdüğünde sandalyeden onu vücudumla iterek kalktım.

–Uzak dur.”

–Sakin ol Aidan, ben o değilim.”

–Ne? Demin parmağımı kopardın be!”

–Hayır, onu yapan ben değilim diyorum sana.”

Ellerini havaya teslim olur gibi kaldırdı.

–Aidan, kafan çok karışık biliyorum. Sana anlatacağım. Fakat lütfen şimdi bana, dostuna güven ve buradan çıkalım.”

Yukarı kattan yere düşüp kırılan bir vazo sesine benzer boğuk bir gürültüyle ikimizin de gözleri yukarı kaydı. Ardından Matteo tekrar bana ona güvenmemi isteyen masum bakışlarını döndürdü.

–Gelmiş olmalı. Gitmemiz lazım Aidan. Lütfen.”

Tekrar aynı ses, daha şiddetle yukarıdan yükseldi. Beni kandırıyor da olsa, ki hatta çok yüksek bir olasılıktı. Fakat ben kaybettiğim kanın benden çaldığı enerjiyle çok güçsüzdüm ve önümde başka bir seçenek yoktu. Ona tamam dedim ve ardından Matteo’nun geldiği kapıdan dışarı çıktık. Birkaç basamak merdivenden sonra evin ana koridorunda yürüyorduk. Matteo önden giderken sessiz olmamı söyledi ve beklenmedik bir şekilde belinden küçük bir tabanca çıkardı. Evden çıkış kapısına varana kadar konuşmadık. Bahçeye vardığımızda ileride duran eski motorunu gösterdi.

–Motora atla.”
Arkasından koşarken sabrım tükendi ve sordum.

–Ben o değilim dedin, o zaman o kimdi ve benden ne istiyordu?”

Motora binene ve çalıştırana kadar konuşmadı. Koltuğa otururken bir anda belinden silahını çıkardı.

—Eğer tehlikeli bir şey görürsen benim yerime ateş et.”

Daha önce silah kullanmadığımdan kabul etmedim tabi.

–Deli misin, bunu kullanmayı bilmiyorum ben.”

Bana çok basit olduğunu, sadece emniyeti açıp ateş etmem gerektiğini söyledi. Sonra elime tutuşturdu. Ben belime silahı sokarken gazı çevirmeye başlayınca ona tutundum.

–Sana anlatsam inanmayacağın şeyler oluyor burada.”

Kaskın altından tok sesi geldi.

–Kasaba halkı, onlar değişiyor.”

–Ne, dedim bağırarak. Dedikleri tuhaf ve bir o kadar mantıksızdı.

–En fazla 1 ay önce oldu. Albert’ı hatırlıyor musun? Hani benzinlikte çalışan çocuğu…”

Bahsettiği Albert, biz kasabada serseri gibi dolaşırken çalıştığı dükkandan ara sıra bira çaldığımız, bizden en fazla 4 yaş büyük bir çocuktu. Onunla aramız hep bu sebepten bozuktu ve gördüğü yerde bizi öldüreceğini söylerdi. Fakat büyüdükçe ve biz akıllandıkça aramızdaki sorun da yıllarla eridi gitti.

–…ilk o muydu bilmiyorum ama benim fark ettiğim ilk kişiydi. Hareketlerinde bir tuhaflık vardı. Önceden benimle konuşur ve muhabbet ederdi fakat bir anda konuşmayı kesti. Hatta dükkandan aldığım şeylerin parasını verirken, bir şeyler isterken veya ona bir şey sorarken bile tepki vermemeye başladı. O sadece… sadece izliyordu. Bir çeşit depresyona girdiğini düşündüm. Ta ki birkaç gün sonra, kasaba dışında bir yerde bir çiftçi Albert’in cesedini bulana kadar. Adam cesedi akşam 4 gibi bulduğunu söyledi. Ve yemin ederim o gün saat 4’te Albert’i dükkanda pörtlek gözleriyle bana bakarken gördüm.”

Kasaba yoluna çıkana kadar suskunluk oldu.

–Yani senin gördüğün kişi Albert değil.”

–Polise haber verdik. Cesette darp izi yok, sadece serçe parmağı eksikmiş.”

Bu ufak detay midemi bulandırdı. Tekrar kopuk serçe parmağımın acısını iliklerimde hissettim.

–Sonra devamı geldi. Kasabada herkes tuhaf davranmaya başladı. İnsanlar ben sokakta yürürken bana bakıyorlardı. Bomboş, pörtlek gözlerle beni süzüyorlardı. Bunları aileme anlattığımda her gencin böyle hissettiğiyle ilgili konuştular. Albert’i bile unutmuşlardı. Bana aldırmamamı söylediler. Tüm kasaba insanları ruhları sökülmüş gibi dolaşırken nasıl aldırmayabilirdim ki? Onların durumu garipsememesi çok tuhafıma gitti. Şüphelenmeye başladım, onların da başına aynı şey gelmiş olmasından. Şüphelerimde de haklıymışım çünkü ben de kaçırıldım. Hem de kendi anne babam tarafından. Sana yaptıklarının aynısını yaptılar bana da.”

O ana kadar hiç fark etmemiştim ama Matteo da sağ serçe parmağı sargılamıştı. En azından kalan minik yumru kısmı.

–Kasaba merkezindeki kocaman mobilya dükkanı, beni oraya götürdüler. Parmağının kesilmesi ne kadar acı bir şey biliyorsun. Bunu anne baban görünümlü iki insanın yapması ne kadar can yakıcı biliyor musun peki? Beni öldürmeye çalıştılar. İşleri bitince herkese yaptıklarını bana da yapacaklardı fakat kaçtım. Yine de görmekten kurtulamadım. Tüm cesetleri… Öldürdükleri tüm insanları o mobilyacıya koymuşlardı. Tanrım… anne ve babam. Onlar da içerideydi. Kokmuş cesetlerine bakmak kaybettiğim parmaktan çok daha fazla acı verdi.”

Kaskın içinden burun çektiğini duydum. Ben ona göre bu olayı çok daha az kayıpla atlatmıştım. Fakat birden beni iliklerime kadar titreten soruyu düşündüm.

–Matteo, benim anne babamı gördün mü?”
Cevabı düşünürken başka hiçbir şeyi bu kadar soluksuz beklememiştim.

–Hayır, sanırım görmedim.”

Derin bir oh çektim ve gözlerimi yola devirdim.

–Şimdi nereye gidiyoruz?”

–Kansas Merkez’e gidip bu aşağılıklar her kimse onları ihbar edeceğim.”

Bir anlık sessizlik oldu. Bu arada duyduğum bir şey yüzünden kaşlarım çatıldı. Motosikletin yüksek çalışma gürültüsü arasında başka bir motor gürültüsü daha vardı. Anayolun diğer tarafına baktım, kimse yoktu. Önümüzde boştu. Matteo hala yola bakıyorken ellerimi ondan ayırdım ve tereddütle arkaya baktım. Tam arkamızda, bize doğru hızla yaklaşan farları kapalı Ford’u gördüğümde Matteo’ya ismini haykırdım. Yaklaştıkça şekillenen kırmızı Ford kimindi çok iyi biliyordum. Bize arkadan çarpmak üzere iken Matteo bir anda direksiyonu kırdı. Araba yanımızda konumlandığında bu sefer üstümüze kırdı. Motorun direksiyonu daha düzelmemişken Matteo gazı çevirdi. Araba tekrar arkamıza geçti. Panikten ellerim terlemiş ve motordan kaymaya başlamıştım.

–Ne yapacağız?”

Matteo gazladı, altımızdaki çok hızlı olmasa da bir motordu. Ford’a göre hız konusunda avantajlıydık. Fakat hemen kulağımın yanından rüzgarı delerek geçen bir kurşun sesiyle iyice panik oldum. Arkada olan ve kask takmayan ben, her an kafama bir kurşun yiyebilirdim. Matteo’yu bağırarak silahlı olduğu konusunda uyarmama kalmadan tekerlerin birinden bir patlama sesi geldi ve motor dengesini kaybederek yana yattı. Motorla sağa doğru taklalar atarak son sürat kenardaki beton oluğa girdim. Kasksız olduğumdan kafama aldığım darbeler sonrası birkaç saniye gözüm karardı. Kafam biraz yukarı kalkınca beton oluktan dışarıyı, anayolda yatan Matteo’yu gördüm. Kıpırdamıyordu fakat kaskı oynuyordu. Düşen motorun açık farlarının arkadan vurduğu siluet ona yaklaşırken tepkisini göremesem de tek eliyle geri kaçmaya çalıştığını gördüm. Ona yürüyen siluet yüzü belli olacak kadar görünüyordu. Bu, yine Matteo’ydu. Bana işkence eden pisliğin ta kendisiydi. Gerçek olana yürüdü. Elinde, karanlıkta kaybolmuş silahı çıkardı. Yerde duran iki büklüm olmuş Matteo’ya doğrulttu. Elini dur dercesine kaldırmış yerdeki arkadaşıma yardım etmek konusunda acizdim. Sonra silah bir el ateşlendi. Yerde yatan Matteo insan ötesi bir çığlık attı. Elinden kan fışkırdı. Sahte Matteo silahla elinde kocaman bir delik açmıştı. Bayılmak üzere olan arkadaşımın üstüne soğukkanlılıkla yürüyen sahte Matteo kaskı onun kafasından çekti. Saçları terden anlına yapışmış, yüzü acı içinde buruşmuş ve burnundan şelale gibi kan akan Matteo, sanki yerimi biliyor gibi son kez baygın gözlerle bana baktı. Fakat sonra tam kafasının ortasına yediği kurşunla kafası bowling topu gibi yere düştü. Ben başımı tekrar oluğa soktum. Tüm bunları dehşet veren bir sükunette yapmış sahte Matteo, şimdi sessizlik içinde beni arıyordu. Buraya yaklaştığını biliyordum. Bana da aynı kaderi yaşatacaktı. Benimle oluğa düşmüş motora baktım. Belimde hissettiğim bir soğukluk bana tekrar yaşam ümidi verdi. Matteo’nun verdiği silahtı bu. Yapmam gerekeni hatırladım. Emniyeti aç ve ateş et. Silahı belimden çıkarırken artık bana çok yakın olduğunu anlamıştım. Emniyeti açtım. Sonrası şimşek hızında gerçekleşti. Ben seri bir şekilde doğrulup ona iki el ateş ettim. Biri göğsü biri yüzüne gelmişti. Ardından düşen Matteo’ya bakmadan arabaya atladım. Anahtarlar arabanın üstünde değildi. Birkaç saniye yerlere baktım. Anahtarı koltuğun arasında buldum. Kontağı çevirdiğimde aniden yanan farlarla karşımda dikilen Matteo oldu. Elinde bir silah ve alnının tam ortasında bir delik vardı. İnanılmaz bir şekilde ateş ettiğim göğsü ve alnından hiç kan akmamıştı. Tam aksine sanki esnek bir plastik bebeği vurmuşum gibi o kısımlar içeri göçüktü. Karşımdaki şeyi Matteo’nun kötü klon ikizi sanıyordum fakat o şey bir insan bile değildi. Bunları düşünecek zamanım olmadan o camdan içeri ateş etti. Kafamı ellerimin arasına aldım. Üstüme düşen ön cam zaten bir sürü darbe atlatmış bedenimin her tarafını sıyrık içinde bıraktı. Ben tekrar kafamı kaldıramadan Matteo sürücü kapısında belirdi ve beni çekerek aşağı attı. Sanırım suratında bir delik açmam hoşuna gitmedi. Çünkü beni öldürmek yerine suratımı yumruklamayı tercih etti. İnsan ötesi sertlikte darbeler yüzümü paralarken bir anda durdu. Silahını bana doğrulttu. İşte o an sonum gelmişti. Fakat Tanrı sürprizleri seviyor. Matteo silahı boşa birkaç el sıktı. Mermi kalmadığını ondan önce fark ettim. O silaha şaşkın gözlerle bakarken iki ayağımla onu kaputun üstüne teptim. Toparlanıp çalışan arabaya bindim. Hiç düşünmeden geri vitese taktım. Matteo kaputtan yere yuvarlandı. O zar zor ayağa kalkmış ve bana hiç değişmeyen anlamsız ifadesiyle bakarken vitesi ileri taktım ve ona son hız çarptım. Araba tümsekten geçer gibi sallandı. Sona tekrar geri vitese taktım üstünden bir daha geçtim. Arkadaşıma yaptıklarını hatırladıkça bu döngüyü devam ettiriyordum. Ona acımadım. Çünkü o şey bir canlı değil, makineydi. Yerlerin kandan ve kırık kemikten geçilmiyor olması lazımdı. Fakat dikiz aynasından baktığımda onun yassılaşmış bedeni, ince bir sümüksü yapı gibi dağılmıştı. Sanki bir insan değil de bir kova jelatini ezmiştim. Bu iğrenç şey midemi alt üst ediyordu. Oradan tam gaz en yakındaki hastaneye varana kadar hiç durmadan ilerledim. Dönüp arkadaşım Matteo’ya bakmak, ambulansı aramak ve başka şeyler aklımdan geçmemişti. Çünkü çok korkmuştum. O şeyin insanüstü varlığından, beynine yediği kurşundan etkilenmemesinden dolayı hala ölmediğini düşünmüştüm. Daha doğrusu ölebiliyor mu onu da bilmiyordum. Kansas şehir hastanesine vardığımda 3 kazanın eşiğinden dönmüş, neredeyse bayılmak üzere ve zombiye benzer halimle acile girmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Hemşireye I-70 otoyolundaki arkadaşıma yardım götürmelerini söyledim. Sonra beni bir sedyeye yatırdılar, bir sürü kontrol ve testten geçtim. Çok şaşırtıcı ama bunca olaydan sonra sadece sol kolumda bir çatlak ve yüzeysel çürük ya da sıyrıklarla atlatmışım. Tabi parmağı saymazsak. Doktor 2 gün içinde beni taburcu etti. Durumumun iyi olduğunu gören polis beni ayaküstü bir sorguya çekti. Tüm olayı, arkadaşımı ve kesik parmağımı her detayıyla anlattım. Polisin anlattıkları da kısaca şöyleydi. Arkadaşım Matteo otoyolda ölü bulunmuş, benim arabam da ondan sadece 1 mil uzaktaymış. Fakat komiser bana sadece 1 Matteo’nun cesedi olduğunu söyledi. Diğer şey, ondan en ufak bir iz yokmuş. Bunu duyunca başımdan kaynar sular dökülmüş gibi silkelendim. Benim için dönerse? Ya işini bitirmek isterse? Bununla ilgili endişemi de söyledim. Onlar da Matteo için bir arama başlatacaklarını söylediler fakat hikayem kulaklarına fazla mantıklı gelmemişti. Neyse ki Ford’da bir araba kamerası varmış. Polisler bundan dolayı bana inandılar ve benimle işlerinin olmadıklarını. Onlar aradığında ulaşılabilir olmamın yeterli olduğunu söylediler. Hastane bahçesinde bir polis bana kaybolan telefonumun da araçtan çıktığını söyledi. Ona teşekkür edip telefonu aldım. Tam kimi arasam diye düşünürken kapının önünde gri bir Minivan korna çalmaya başladı. Gözlerime inanamadım. Bu babamın arabasıydı. Koşarak düşünmeden içine bindim. Yan koltukta da annem ve şoför koltuğunda babam arkalarına dönmüş arabanın içine atlayan beni süzüyorlardı.

–Nasılsın tatlım?”

Annem sakin bir ses tonuyla sordu. Yüzümdeki onca kesik ve kolumdaki alçıyı görüp panikten öleceğini sanmıştım halbuki.

–Şimdilik iyiyim. Sizi görmek gerçekten beni çok mutlu etti.”

Bana geri cevap vermedi. Babam konuşmaya başladı.

–Şimdi seni eve götüreceğiz Aidan.”

–Ev mi? Kasaba mı yani? Ama orası güvenli değil. Matteo bana-”

–Ev güvenli evlat. Eve gideceğiz.”

Koltuğumda geri yaslandım. İkisi de aynı anda yüzlerini öne döndüler. Hastane bahçesinden çıkarken etrafıma bakıyordum. Matteo’yu ve anlattıklarını düşündüm. Mobilyacıda gördüğü ceset yığınını söylemişti. Acaba ailem bunlardan hala bir haber miydi? Kasabada ne olduğunu bilmiyorlar mıydı? Kafam öyle ağrıyordu ki daha fazla düşüncelerime yer veremiyordum. Telefonu açtım. Babamın bana attığı, bu yolculuğa çıkma sebebimi hatırladım. Onun bana yazdığı “hemen buraya gel” mesajını.

–Baba, bana kasabaya gelmemle ilgili bir mesaj atmıştın. Ne oldu?”

–Artık önemli değil evlat. Sorun çözüldü.”
Kafamı tekrar indirdim. Babam çoktan kasabaya giden otoyola girmişti bile. Ardından telefonu aşağı kaydırdığımda, üst kısımdaki bildirimler çubuğunda hala okunmamış bir mesaj göründüğü gözüme çarptı. Annemden gelen bir sms. Bunu hatırlıyordum. Matteo’yu görmeden hemen önce bu mesajı okumak üzereydim. Hala ilk gördüğümdeki gibi mesaj tam değildi.

“Aidan, eğer baban ya da benden…”

Bu sefer devamını okumak için üstüne tıkladım. Mesajın son halini okuduğumda tüm bedenim buzlu suya atılmış gibi kaskatı kesildi.

“Aidan, eğer baban ya da benden kasabaya gitmen ile ilgili bir mesaj alırsan sakın bunu yapma. Biz çoktan Kansas’tan ayrıldık bile. Kasabada çok tuhaf şeyler oldu. Sana her şeyi anlatacağım. Mesajı alınca beni ara ve sakın kasabaya gitme. Seni ararlarsa sakın açma. Kafan çok karıştı biliyorum ama şunu bil yeter. Onlar biz değiliz.”

Sms’i okumayı bitirip kafamı kaldırdığımda dikiz aynasından bana bakan babamla göz göze geldik. Ben bir şeyleri fark ettiğim gibi onlar da bunu fark etmiş olmalılardı. Bana aynı sakin, monoton ses tonuyla bir soru sordu. Ardından annem de arkasını dönüp gözlerini bana dikti.

–Bir sorun mu var evlat?”

Cevap vermeden boğazımda oluşan yumrudan kurtulmaya çalışarak öksürdüm.

–Hayır.”

İki tane ne olduğu belirsiz şeyle bir arabada yolculuk yapıyordum. Nereye gittiğimizi de bilmiyordum. Babam görünümlü şey kasabaya giden yolu takip etti. Evimiz kasabanın girişine yakın bir yerde. Arabayı oraya durdurdu. Tüm yol sanki cehennem ateşi üstünde gidiyor gibi sıcaklamış ve terden ıpıslak olmuştum. Babam ve annem arabadan indi. Ben hala ne yapacağımı, buradan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Hemen kalkıp kaçsam yetişebilirler miydi ki? Babam sertçe kapıyı açtığında yerimden sıçradım.

–Arabadan insene, evlat”

Dediğini yapmam için sanki beni zorlayan gözleri tuhaf ve hala anlamsız bakıyordu. Yavaşça indim. Annem arkama geçti. Sanki kaçmak istediğimi anlamış ve beni kolluyor gibi. Babam kapıyı açtı. O önden yürürken annem beni arkadan ittirdi. Ne yapacaklarına karşın hissettiğim belirsizlik tüm hücrelerimi korkuyla dolduruyordu. Eve girer girmez üst kata, eski odamın olduğu yere çıktım. Şu an hala oradayım ve bunu burada yazıyorum. Gelmemizin üstünden ne kadar geçti bilmiyorum. Odamın kapısını kilitledim. Onlar da girmeye çalışmadılar. Fakat duyuyorum. Adım sesleri buraya yaklaşıyor. Birileri merdivenden çıkıp buraya geliyor. Tanrım… Sanırım sonum Matteo gibi olacak. Bunu biri bulursa eğer, ki muhtemelen cesedimin yanında bulacak. Sizi uyarıyorum. Bu kasabadakilere güvenmeyin. Onlar tam olarak ne bilmiyorum. Ama onlar biz değiliz. Onlar biz değiliz. Onlar

Etiketler:

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3032 Toplam Flood
2372 Toplam Yorum
1442 Toplam Üye
6 Son 24 Saatte Flood

Kod e‑postana gönderildi. (24 saat geçerli)