O artık köpeğim değil.
Bunu nasıl anlatacağım fikrim yok. İçimden bir his olarak mı yoksa şüphe olarak mı söylesem, bilmiyorum. Sadece ben… Birilerinin bilmesini istedim çünkü durum gittikçe rahatsız hale geliyor. Buraya yazmak için saçma olduğunu düşünebilirsiniz belki. Sorun köpeğim. Onun fazla havlaması, evde bir yerlere tuvaletini yapması ya da fazla ilgi istemesiyle alakalı değil. Onun artık benim köpeğim olduğunu sanmıyorum.
Pekâlâ, sanırım en baştan başlayacağım. Adım Sean. Özel bir şirkette avukatlık yapıyorum. 1+1 küçük bir dairede yaşıyorum ve ismi Oscar olan Kaniş cinsi bir köpeğim var. Oscar’ı yeni sahiplenmedim. Neredeyse 6 yıldır benimle yaşıyor. Komşulardan birkaç şikâyet dışında onunla pek bir sorunum olmamıştı. Ben işteyken evde usluca beni bekler, çoğu zaman uyurdu. Birlikte huzurla geçirdiğimiz 6 yıldan sonra ne oldu bilmiyorum ama ondan kesinlikle bir şeyler değişti. İlk tuhaflığı 2 hafta önce yaşadım. İşten geç çıktığım için eve de çok geç dönmüştüm. Ben eve geldiğimde Oscar’ı genelde evin bir köşesinde pineklerken ya da yemeğinin başında bulurdum. Fakat kapıyı açtığımda o tam karşımdaydı. Kapının önünde dik şekilde oturmuş ve gözlerini bana kilitlemişti.
–Beni özledin mi oğlum?”
Sesime ara sıra havlayarak geri yanıt verirdi. Bu sefer hiçbir şey yapmadı ve bana bakmaya devam etti. Fazla yadırgamadım. Duşa girdim. Üstümü değiştirip rahatlamak için kanepeye uzandım. Oscar ben kanepeye oturduğumda her zaman kucağıma kafasını koyar ve onu okşamamı isterdi. Bu sefer gelmedi. Gözlerim onu ararken kapı eşiğinde oturmuş bana dik dik baktığını gördüm. Ona ismini seslenip gelmesi için koltuğa vurdum. Sadece izlemeye devam etti. Önüme dönüp televizyonda karşıma çıkan ilk filmi seyre daldım. Film reklama girince gözlerim ekrandan başka bir yere kaydı. Oradaydı. Oscar, o pozisyonunu biraz bile değiştirmemiş ve hala bana bakıyordu. Rahatsız olduğum ilk an o zamandı. Yanına gidip başını okşadım. Tepki vermedi. Sevilince kuyruğunu sallardı. Fakat şu an tamamen hareketsiz duruyordu.
–Oscar sorunun ne?”
Gözlerinin içine bakıyordum, o da benimkine bakıyordu. Fakat onda yanlış bir şeyler vardı. Size nasıl tarif ederim bilmiyorum ama bakışları bir köpeğinki gibi değildi. Yani o… Şeydi… İnanın bilmiyorum. Fazla paranoyak davranıyorum belki dedim. Kendimi rahatlatmaya çalışsam da o gece yatana kadar içimde bir huzursuzluk bana rahat vermedi. Yatağıma yatıp ışığımı kapattığımda kapı eşiğinde Oscar’ın siluetini gördüm. Oturuyor gibi siyah, silik görünüyordu ve eminim ki bana bakıyordu. Ertesi sabah her zaman olduğu gibi sabah rutinimi yaptım. Tüm süre boyunca ne zaman içimi bir huzursuzluk kaplasa ardından beni dikizleyen Oscar’ın gözlerini görüyordum. İş yerinde kafam biraz dağılır, Oscar da normale döner sandım ama akşam eve döndüğümde o yine kapının başında sanki ne zaman geleceğimi biliyor gibi oturuyordu. Aynı ürkütücü gözleriyle bana bakıyordu. Başını okşadım. Yere yatmasını söyledim. Göbeğinin kaşınmasına bayılırdı. Onun hafif ittirdiğimde hemen bütün ağırlığını bırakıp sırt üstü devrilmesi gerekiyordu ama sanki o mermerden bir heykel gibi kaskatı kesilmişti. Kafasını sevmeye devam edecektim fakat o kalkıp gitti. Birkaç gün içinde düzelmesini umduğum köpeğimin durumu daha da kötüye gidiyordu. Artık hali fazla ürkütücü bir boyut almıştı. Onu sadece otururken ve bana bakarken görüyordum. Yanına gidip onu sevmeye çalıştığımda sürekli aynı şeyi yapıyor, benden uzaklaşıyordu. Fakat aynı zamanda uygunsuz ve tuhaf zamanlarda bir anda onu bana bakarken görüyordum. Mesela bir keresinde duş alırken gözümü şampuan yüzünden birkaç dakikalığına kapatmıştım. Durulanıp gözümü açtığımda buğulu cam ardından kahverengi kıvırcık tüyleri görünen köpeğim Oscar vardı. Şok olmuştum çünkü duş kapısı kapalıydı ve benim bildiğim kadarıyla o kapıları açamıyordu. Çıkıp bornozuma sarıldım. Odama gittiğimde beni takip etmişti. Giyinip laptopumla mutfağa gittim. Bana bakması artık sinirimi bozuyordu bu yüzden o gelmeden kapımı çarptım. Çalışmam bittiğinde yatak odama gidecektim. Mutfağın kapısını açtığı da onu görmeyi umuyordum fakat Oscar yoktu. Odama yürürken önünden geçtiğim diğer odalara baktım ve hiçbirinde onu göremedim. En son yatak odama vardığımda köpeğim kapıda dikilmiş ve yine gözleri tam benim üzerimde bana bakıyordu. Bu bir tesadüftü belki ama emin değildim. Oscar’ı odamdan dışarı çıkardım. Yatak odamın kapısını kilitledim ve derin bir uykuya daldım. Uyanmamın sebebi yanağıma değen bir ıslaklık oldu. Nokta şeklinde yanağıma bir sıvı akıyordu. Gözlerimi yavaşça açtığımda yerimden fırlayıp bağırdım. Köpeğim başımda ve ağzındaki salyaları bana akıtarak kafasını üstüme eğmişti. Işığı açıp kapıyı kontrol ettim. Hala kilitliydi. Sonra arkadaki kapıya baktım. Benim evimde koridor ve yatak odama kapısı olan ortak bir kiler vardı. Oradan girmiş olmalıydı. Ona gözlerim kaydı.
–Sana neler oluyor böyle?”
Köpeğim lafımı duyunca kiler kapısını kullanarak odadan ayrıldı.
Bunun gibi çok tuhaflık yaşamaya başlamıştım. Mesela Oscar’ın yemek kabını günde bir kere doldururdum fakat doldurmaya ne zaman gitsem zaten dolu oluyordu. Su kabı da öyleydi. O artık yemiyor ve içmiyordu sanki. Uzun zamandır havladığını duymamıştım. Her gün dışarı çıkmak için kapıda ağlardı. Artık sanki hiç istemiyor gibiydi. Hatta onu artık sadece belli anlarda bana bakarken görüyordum. Topuyla oynadığı, yemek yediği ya da uyuduğu bir anda değil. Sadece bana baktığı anlarda. Onu sürekli götürdüğüm veterineri aradım. Durumu anlattığımda bunun dönemsel bir şey olabileceğini söyledi. Bazı hayvanların ölmeden önce tuhaf davranabildiğini de ekledi. Bu yüzden onu kliniğe getirmemi önerdi. İşten çıktığım bir akşam onu köpek çantasına koydum ve arabamla veterinere götürdüm. Oscar çoğu hayvan gibi veterinerden nefret eder ve ben onu çantasına koyduğum andan itibaren durmadan ağlardı. Fakat ne klinikte ne de çantasında ses çıkarmadı. O veteriner muayenesindeyken bekleme salonunda kaldım. Açıkçası gerçekten bana bakmadığını bilmek güvende hissettiriyordu. Veteriner yarım saat ardından çıktı. Oscar’da herhangi bir sağlık sorunu çıkmadığını söyledi. Hatta olması gerekenden çok daha fazla sağlıklıymış. Susuzluktan ölmesi gerekirken vücudu gayet iyi işliyormuş. Onu aldım ve tekrar eve getirdim. Kafesin kapağını açmamla dışarı çıktı. Birkaç adım attı ve oturup tekrar beni izlemeye devam etti. Onu seviyordum. 6 yılımızda onunla çok güzel anılarımız birikmişti fakat artık Oscar’la yaşamak evde bir seri katil tutmak gibi geliyordu. Sanki sadece beni izlemiyordu. Bekliyordu, bir anımı. Ama nasıl bir an olabilirdi ki bu? Savunmasız bir zaman olsa uykumu seçerdi herhalde. Uyuyamadığım geceler aldığım haplar yüzünden saldırıya çok açık oluyordum. Hayır, onun beklediği daha farklı bir andı. Onun sorununu daha iyi anlamak için evimdeki her odanın tavanına gizli kamera yerleştirmeye karar verdim. Fakat ne olur ne olmaz -biliyorum artık iyice paranoyaklaşmıştım- Oscar’ın kameraları “fark etme” ihtimaline karşı onu kendi köpeği ile dolaştırması için alt komşuma emanet ettim. Kameraları kurdum ve laptopuma bağladım. Artık işteyken veya evdeyken her yerde onu kontrol edebilecektim. Kameraları kurduktan birkaç gün sonra kayıtları izlemek için masa başına oturdum. Oscar aynı tuhaf tavrına devam ediyordu. Kamerayı bağladığım ilk geceye döndüm. Ekranda ben vardım. Işığı kapatmaya gitmiştim. Işık gidince kamera gece görüşüne döndü. Yatağıma girdiğim an Oscar ekranın köşesinde belirdi. Kapıda oturup bana bakmaya başladı. Kaydı hızlandırdım ve ileri sardım. Uzun saatler Oscar başka hiçbir şey yapmadan sadece bana baktı. Fakat sabah üç buçuk civarı birden bedeninin oynamaya başladığını fark ettim. Yatmaya ve başka bir şey yapmaya çalışacağını sanıyordum fakat o sadece kafasını oynattı. Sağa, sola sabit ritmik olmayan ürkütücü bir şekilde hızlı ve hafifçe oynuyordu. Sonra birden durdu. Bu sefer çok yavaş ve sabit şekilde kafasını buraya, tam da kameranın olduğu yere çevirdi. Gözbebeklerinin içi kameradan kırmızı gözüküyor ve bu onu doğaüstü bir varlık gibi gösteriyordu. Yerini nasıl bilmişti ki? Uzun süre kameraya bakan Oscar ekranda kaldı. Sanki kaydın içinden bile hala beni izliyordu. Birkaç saniye sonra sanki sessiz bir patlama olmuş gibi ekrana simsiyah bir şey yaklaştı. O kadar hızlı olmuştu ki kamera dahi onu tam çekememişti. Ekran gitti. Sabah 7.30’a, yani uyanma saatime kadar da geri gelmedi. Sabah ışığı odaya dolmuştu. Ben alarmımla kalkmış yatağın başında oturuyordum ve Oscar odamda değildi. Diğer odaların kameralarına baktım. Oscar mutfakta yüzü girişe dönük şekilde oturmuş beni bekliyordu. Ardından ben mutfağa girdim ve kendime bir kase mısır gevreği hazırlayıp uykulu gözlerle onu yedim. Sonra mutfaktan çıktım ve o da peşimden çıktı. Aynı günün kaydını biraz daha ileri sardım. Akşam 18.14’tü. Benim eve geldiğim saatlerdi. Evin içinde Oscar’a baktım. Odaların hiçbirinde yoktu. Kayıt mutfağa geçtiğinde Oscar bir anda belirdi. Girişin önünde oturdu. Oturduktan hemen sonra kafasını çevirdi. Yine bu tarafa, kameranın tam odak noktasına bakıyordu. Bu sefer sadece bir bakışla kaldı ve tekrar girişin olduğu yere döndü. Yaklaşık 5 dakika sonra ben geldim. Hala ona normal bir köpekmiş gibi davranıp başını okşuyordum. Sonra görüntüden çıktım. Bilgisayarı kapatmak üzereyken sağ taraftan bana bakan köpeğimi tekrar gördüm. Ona bir sevgi cümlesi ya da benzer bir şey söylemek için ağzımı açtım. Çıkan sözcükler beni baştan aşağı ürpertti.
–Kimsin sen?”
Söylediğim an arkasını dönüp gitti. Ona artık katlanamıyordum. Kameralardan onun hareketlerini takip etmeye devam ettim. Birkaç akşam önce ben dişlerimi fırçalarken kapının önünden siyah bir siluetin geçtiğine yemin edebilirdim. Fakat koridorun sonuna baktığımda orada sadece Oscar vardı. O anın kamera kaydını açtım. Gece 23.53’tü. Koridorun bir tarafındaki kamera benim tuvalete girdiğim anı gösteriyordu. 5 dakika sonra görüntü biraz bulanıklaşmaya başladı. Tam da benin o şeyi gördüğüm sıralarda. Tesadüf olduğuna inanmak istiyordum. Ardından ben kafamı çıkarmış ve Oscar’ı görmüştüm. Diğer kameraya geçtim. Koridorun diğer tarafındaki kamera Oscar’ın olduğu diğer yarıyı çok rahat görüyordu. Ben tuvalete girdiğim andan 5 dakika sonrası bu kamerada da bulanıktı. İşte bu tesadüf değildi. Bulanık görüntü gittikten sonra bir anda kamerada Oscar belirdi. Beni izleyen köpeğim görüntüdeki bana bakıyordu. Anormal bir durum yoktu. Fakat arkada gördüğüm bir detay için kameranın bir kesidini büyüttüm. Bu oturma odasının camından yansıyordu. Gördüğüm şeyin yanlış olmasını umdum. Köpeğimin tam arkasında onun küçük yansıması olması gereken yerde kocaman, siyah ve en kötüsü, kıpırdayan bir siluet duruyordu. Bazı hatları belliydi, üstünde sadece simsiyah bir deri varmış gibi çıplak ve çok büyüktü. Emindim ki o gece gördüğüm şey oydu. Bilgisayarı sesli şekilde çarpıp kapadım ve koltuğa oturdum. Önüme gelip oturan Oscar’ı izledim. Ayağa dikildiğine 1 metreyi geçemeyen zararsız köpeğim beni fazlasıyla ürkütüyordu. Artık on unla aynı yerde rahat hissetmiyordum. Yatağıma gittim ve bu sefer her girişi kitlendiğime emin olduktan sonra yattım. Sabah o beni yine mutfakta bekliyordu. Şeytani kırmızı gözlerini hatırladım. Mısır gevreğinin kapağını açmak için elime bıçak aldığımda ayağımın dibinde bitti. Asla bir hayvana, hele ki kendi hayvanıma zarar vermem. Ama içgüdülerim köpeğimi bıçaklamam için bana bağırıyordu. Bıçağı elimden attım. Midem bir şey kaldıracak durumda değildi. İşe gittim. Kafamı toplayamıyordum. Bu sorunu halletmem gerekiyordu. Sürekli böyle yaşayamazdım ya. Oscar’ı barınağa vermeyi düşündüm ama geri dönebileceğinden korktum. Bende başka bir yol denedim. Köpeğimi arabaya koydum. Evimizden yaklaşık25 km sonra ormanlık alanda bir koşu parkuru vardı. Arada Oscar ile oraya koşuya giderdim fakat her seferinde kaybolma ihtimaline karşı onu tasmasıyla gezdirirdim. Küçük otoparkına geldiğimizde Oscar’a tasmasını taktım. Parkurun içine girdik. Birkaç yüz metre birlikte ilerledik. Sonra ben yoldan biraz dışarı saptım. Oscar bana ayak uydurdu. Parkurdan geçen insanların göremeyeceği kadar derine gittik. Uzun bir ağacın yanında durdum. Köpeğimin tasmasını ağacın dalına bağladım. Kulağa vicdansızlık gibi geliyor. O an da çok karmaşık duygular içindeydim. Ya köpeğim gerçekten sıradan bir köpekse ve ben onu sadece beni izliyor diye ölüme terk ettiysem? Tüm ömrüm boyunca çekeceğim bir vicdan azabım olurdu. Tasmanın ipini birkaç tur daha bağladıktan sonra yavaş yavaş geri gittim. İpini zorlamadı. Hep yaptığı gibi oturdu ve beni izledi. Birkaç metre ilerleyene kadar onu görüşümden çıkarmadım. Sonra onu orada bırakıp kaçtım. Arda koşarken arkama beni takip ediyor mu diye bakıyordum fakat gittikçe silinen silueti hep sabit bakıyordu. Arabaya vardım. Vakit kaybetmeden yola çıktım. Dönüş yolunda yaptığım şey yüzünden üstüme bir ağırlık, bir suçluluk duygusu çökmeye başlamıştı. Birkaç defa yavaşlayıp dönmeyi düşündüm. Onu bu soğuk gecede ormanda bıraktığımı düşününce gözlerim doldu. En sevdiğim dostumu ölüme terk etmiştim. Tuhaf davranması o olmadığı anlamına gelmezdi. Apartmanımın önünde geldiğimde ertesi gün onu ziyaret edip etmemeyi düşünüyordum. Kapıya vardığımda anahtarı 3 kez çevirip kilidi açtım. Gördüğüm manzara ile başımdan kaynar sular döküldü. Oscar, o tam karşımda, kanlı canlı durmuş bana bakıyordu. Ağzım bir karış açık kalmıştı. Panikten ne yapacağımı bilemedim. Kapıyı suratına çarptım ve arabama koştum. Yakındaki bir zincir restorana girdim, ne yaptığımı ve ne yapacağımı bilmiyor vaziyetteydim. Hala öyleyim. Fakat artık emin sayılırım. O şey benim köpeğim değil. Hatta o bir köpek de değil. Hangi köpek bu kadar hızlı koşabilir ya da kilit açabilir ki? Bu konuda çok çaresiz durumdayım. Bu yüzden bu internet sayfasına bunları yazıyorum. Belki içinizde paranormal olaylarla ilgilenen biri vardır. Bu yaşadığım durumu yaşayanınız vardır ya da çözüm sunabilecek biri. Nasıl söylenir bilmiyorum. Sadece yardıma ihtiyacım var. O şeyden kurtulmak…
Ah… hayır. Siktir. Nasıl… Bunu nasıl… Olamaz. Köpeğim, o…
O…
O…
Karşımdaki camda.
Ve bana bakıyor.
Etiketler: