Bir Daha Asla Balığa Çıkmayacağım… Daha Doğrusu Çıkamayacağım…

Ben ve dört arkadaşım yılın belirli zamanlarında işimiz gücümüz yoksa oltalarımızı alıp kasabanın bir kaç yüz kilometre uzağındaki ormana gider ve ormandaki en büyük gölün yakınında kamp kurup bir kaç gün balık avlar sohbet eder marshmellow yerdik. Bu bizim en keyifli aktivitemizdi ve dünya yansa biz bunu her sene yapardık fakat o gün bugündür artık yapabileceğimizi sanmıyorum…

İşte anlatmaya başlıyorum: Ben ve dört arkadaşım oltalarımızı, atıştırmalıklarımızı yiyecek ve içeceklerimizi toplayıp yine kamp kurmaya yola çıktık. Fakat yolun yarısında çok şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Resmen gökten kova kova su boşanıyordu ve bununla da kalmayıp şimşeklerin ardı arkası kesilmiyordu. Biri bitmeden diğeri başlıyordu.

Biz de bu ürkütücü ortamı bozmak için bildiğimiz bir şarkıyı açtık ve hep birlikte söyleyerek neşemizi yerine geri getirdik. Fakat sırf neşemizi yerine getirmek için yaptığımız bu şey az sonra bizi "ziyaret" edecek esrarengiz misafirlerimizin seslerini duymamızı engellemişti.

Nihayet kamp alanımıza varmıştık, kamp alanımıza varmıştık. Fakat uzun bir süre arabadan çıkamadık çünkü yağmur kafamızı arabadan çıkmamızı bile engelleyecek kadar yağıyordu. Fakat ne kadar beklersek bekleyelim yağmur ve şimşekler hiç dinmedi, hep yağmaya devam etti ve göl suyunun seviyesi de her geçen dakika arttı. Biz de dayanamayıp dışarı çıktık ve çadırlarımızı sel riskine karşı biraz daha gölün uzağına kurduk. İşimiz bittikten sonra bu yağmurda nasıl başardığımızı bilemiyorum ama ateş yakmayı becerdik ve çadırlarımızın içinden doğru ısınmaya başladık. Bu yorgunlukla beraber de hemen uykuya daldık.

Fakat o gece arkadaşlarım hariç bir tek ben uyuyamadım, bütün gece esrarengiz ıslıklar duydum, hiç dinmeyen esrarengiz ıslıklar, belki bir kaç dakika belki de bir kaç saat geçtikten sonra birtakım hayvanların acı çekişlerini duydum bu belki bir kaç saat sürmüştür ama nihayet durmuştu. Islık ise hiç durmadı ta ki çadırın dışından parlayan gözleriyle bana bakan uzun bir gölge görene kadar. Belki boyu bir kaç metre vardır fakat bu kadar uzun olmasının yanı sıra çok sıskaydı, sırf gölgesinden bile kaburga kemikleri seçilebiliyordu. O bir kaç dakika boyunca sürekli bana baktı ben de ona fakat korkumdan ne hareket edebildim, ne gözlerimi kapatabildim ne de konuşabildim. Sanki tüm vücudum kitlenmişti. Üstüne üstlük buna bir de soğuk terlerim eklenmişti. Sanki tüm bu olanlar bir kaç dakika değilmiş de bir kaç saatmiş gibi geldi bana, hiç bitmeyeceğini hissettim, belki de oracıkta "ölmeyi" bekledim.

Nihayet gitmişti, fakat yine de hareket edemedim ve soğuk terler dökmeye devam ettim, bir tek gözlerimi kapatabilmeyi akıl edebilmiştim, sanki olanları görmeyince onlar yokmuş gibi hissettim, hissetmeye çalıştım fakat olmadı, gerçekti işte, o vardı. Islığı çalan da hayvanların can çekişme seslerine sebep olan da oydu ve sürekli çevremizdeydi çünkü ıslıklar sabah olana kadar devam etti ve hiç durmadı.

Nihayet sabah olduğunda hepimiz uyandık, çok şükür sapasağlamdık ve aramızdan eksik bir kimse de yoktu. Daha sonrasındaysa hepimiz konuşmadan yanımızda getirdiğimiz konservelerden kahvaltımızı yaptık. Hepimizin hiç konuşmadan kahvaltı yapması çok tuhaftı. Korkum dolayısıyla konuşmaması gereken tek kişi bendim. Neden sonra aklımda şimşek çaktı: Benim gördüğümü onlar da görmüş olabilirdi. Tehlikeden herkes haberdardı belki de fakat hepimiz hala bunun bir rüya olabileceğini de düşünüyor olabilirdik, ya da kendimizi buna inandırmaya çalışıyor da olabilirdik. Bir kaç dakika geçtikten sonra konservemi yere bırakıp konuşmaya başladım:

— Gece yaşananları sanırım hepimiz biliyoruz, haksız mıyım ?

Bu soru onların biraz afallamasına neden oldu fakat herkes kısa sürede toparlandı ve "evet" anlamında başlarını salladılar. Bir arkadaşım da sessizliği bozarak konuşmaya başladı:

— Senin çadırının oradaydı, sadece gölgesini görebildim fakat sana baktığına yemin edebilirim. Gece boyunca tek kelime edemedim, sana yardım etmek istedim kalkamadım, bağırmak istedim bağıramadım, öylece hareketsiz durabildim. Gözümü bile kapatmaya korktum.

Söylediklerinden sonra hepimiz aynı şeyleri yaşadığımızı anlamış olduk, sanki bizi kitlemişti, ona bakmak istemiş ama bakmak zorunda kalmıştık. Bizi öylesine korkutmuştu.

Ama sonra içimizden birisi daha konuşmaya katıldı ve o an için bizi avutabilecek cümleler inanmasak dahi bir bir ağzından dökülüverdi:

— Tamam, hepimiz çok korktuk. Nutkumuz tutuldu falan filan ama şunu da unutmayın gece boyu "o" ıslık çaldı ve onu dinlemek zorunda kaldık. Belki de çeşitli hayvanları da öldürdü, parçaladı. (Bunları söylerken biraz duraksayıp titredi.) Ama şimdi bakın, ıslık falan yok şu an için güvendeyiz. Henüz fırsatımız varken buradan gidelim. Eşyalarımızı bile almamıza gerek yok, çabucak gidelim.

Hepimiz ona hak verdik ve tek kelime etmeden koşar adımlarla arabaya doğru yürüdük. Araba görüş alanımızın biraz dışındaydı. Bu yüzden arabaya ne olduğu hakkında hiç birimizin fikri olamazdı. İşte arabaya vardığımızdaysa artık burada hayatımız için savaşmamız gerektiğini anlamamıza yetmişti: Arabamız paramparça edilmişti. Her yerinde pençe izleri, dal parçaları vardı. Lastikleri patlamıştı. Ve bunlardan da kötüsü sadece boynuzuna bakarak tahmin edebildiğimiz bir geyiğin paramparça edilmiş cesedi kaputun üzerinde öylece duruyordu. Bu sahneyi daha fazla midem kaldıramadı ve öğürerek kamp alanına doğru koştum fakat daha da kötüsü olamaz diye düşünürken o da oldu. Adeta yerime çivilenmiştim: Dün gece gördüğüm yaratık doğrudan benim gözlerimin içine bakıyordu, kıpırdamıyordu, nefes bile almıyordu. Sadece bana bakıyordu. Zaten vücudundaki tek canlılık gözleriydi, daima bana bakan gözleriydi.

Bir daha asla görmek istemeyeceğim vücudunu tarif edecek olursam: Vücudu adeta çürüyordu, kaburgalarının ve göğüs kafesinin bir kısmı derisinin yırtık kısmından dışarı taşmıştı. Göğüs kafesinin ve kaburgasının içi görebildiğim kadarıyla her hangi bir organ falan içermiyordu. Bu çirkin şeyin iç organları falan da yoktu. Boyuysa upuzundu, belki üç metre falan vardı. Derisiyse sadece griydi, buna deri bile denemezdi. Asla unutmayacağım yüzüyse kelimenin tam anlamıyla felaketti. Kaşı, kirpiği yoktu. Gözlerini kapatması için bir göz kapağı bile yoktu. Gözleriyse sadece beyazdı, her hangi bir göz bebeği yoktu.

Bir kaç dakika bakışmaya devam ettik, o sırada arkadaşlarımın benim peşimden gelmesiyle işler iyice çıkmaz bir hale geldi, yaratık harekete geçip bizi kovalamaya başladı, o an tek düşündüğüm canımdı; sımsıcak evim, kasabam, oradaki insanlar. Bunun için koştum sadece koştum. Peşimdeki üç arkadaşım da benim gibi koşuyordu. Ama tuhaf olan peşimde üç arkadaşımın olmasıydı, diğerinin acı feryatlarınıysa saniyeler geçmeden duyduk. Gerisin geri onun için koşmaya başladık, onu kurtarmalıydık fakat parçalanan organların, akan kanın ve feryatların azalışıysa umudumuzu kırmaya başlamıştı. Gözümden bir kaç damla gözyaşı aktı o sırada. Onun parçalanmış cesedini ve organlarını yiyen yaratığa bakıyorduk sadece ama şöyle bir terslik vardı, ceset parçaları canavarın midesini boylayamadan zaten ince olan derisini yırtıp yere düşüyordu. Çok iğrenç bir görüntüydü. O an içimde sadece öfke hissettim ve ateşin yanına koşup elimin acı içinde yanmasını umursamadan yanan odunlardan birisini atıp yaratığa fırlattım.

Acı içinde yanmaya başladı yaratık, feryatlarını duysaydınız ona karşı acıma bile hissedebilirdiniz fakat o benim dostumu öldürmüştü… Yanışı bitti ve artık tozlaşmaya başlayan kemik parçaları ve arkadaşımıza ait ceset parçalarında başka bir şey kalmamıştı.

Hep birlikte tek kelime etmeden koştuk fakat ormandan çıkmamız günlerimizi alabilirdi, ormandan çıksak bile kasaba bizim bir kaç yüz kilometre uzağımızdaydı, burada kapana kısılmıştık. Tek bir günde neler olmuştu. Bir yaratıkla yüzleşmiştik, gece boyu ıslık ve inlemeler duymuştuk. Arkadaşımızı kaybetmiştik ve yaratığı öldürmüştük. Belki de daha kötüsü olamaz diye düşünüyor olabilirsiniz ama oldu işte. Önce arkamızdan bir kaç ıslık sesi geldi, sonra önümüzden. Sağımızdan ve solumuzdan da geldi bu ıslıklar.

Sonrasındaysa önce birimizin cesetleri parçalara ayrıldı, sonra diğerimizin ve de benim. Öldürülürken ve cesedim parçalara ayrılırken hiç bir şey hissetmedim. Evet, "cesedim parçalara ayrılırken" hiç bir şey hissetmedim ve hayatta kalmaya devam ettim, aslında ölmüştüm sadece ruhum burada hapsolmuştu. Ve o da yavaş yavaş gölün dibine battı sonra bir bedenim olduğunu hissederek yüzmeye başladım, yüzeye çıktım ve güzel güneşi gördüm ama beni ısıtmadı, güzel bir rüzgar esti ama soğutmadı. Sular bedenime çarptı ama serinletmedi. Suyu kana kana içtim fakat gri derimi yırtıp yere döküldü. Gözlerimi kapatmaya çalıştım fakat kapanmadı. Sürekli açık kaldı ve sürekli canımı yaktı ve bu uzun bedene yön vermek de oldukça zordu.

Son olarak da çok açtım. Çok ve sesim yoktu, soluk borumdan çıkan tiz bir ıslıktı çıkan sadece…

Yazan: Dursun Efe Çetiner

Reddit Adıyla: Dursununtakendisi

Etiketler:

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3032 Toplam Flood
2372 Toplam Yorum
1442 Toplam Üye
6 Son 24 Saatte Flood

Kod e‑postana gönderildi. (24 saat geçerli)