Artık neyin gerçek olduğunu bilmiyorum

Ben Alice. 25 yaşındayım. Yakın zamanda evlendim. Eşim Eric’le birlikte Almanya’da, yüksek girişli bir apartman dairesinde yaşıyoruz. Herkesin hayalini kurduğu o sakin, huzurlu hayatı yaşıyormuşuz gibi görünüyor dışarıdan. Ve evet… Eric evdeyken gerçekten de öyle.
Ama Eric işe gittiğinde, ev sessizliğe gömüldüğünde, duvarların kalınlığı bile içimde büyüyen huzursuzluğu bastıramıyor. Sanki sessizlik, derinlerden gelen bir tehlikeyi fısıldıyor bana. İşte tam da bu anlarda, yalnız kaldığımda… uyumaktan korkar hale geliyorum. Çünkü yalnız kaldığımda, uyuduğumda… o şeyler başlıyor.
Her şey ilk rüyamla başladı…

İlk rüya… ya da o zaman öyle sandım.
Yine yalnızdım. Eric işe gitmişti. Ev sessizdi. Perdeler aralık, loş bir gün ışığı içeri sızıyordu. Ne yaparsam yapayım içimdeki sıkıntıyı atamamıştım. Kalbimde tarif edemediğim bir daralma vardı. Bir şekilde zaman geçti, akşam oldu ve ben yorgunluktan gözlerimi kapattım.
Sonra bir anda… gözlerimi açtım.
Yatak odamdaydım. Ama sanki her şey çok daha sessizdi, olması gerekenden fazla. İçimde bir soğukluk… tarif edemeyeceğim bir his. Gözüm kapının hemen yanındaki boşluğa takıldı. O anda fark ettim… mutfak camının önünde bir gölge vardı. Siyah, insan siluetinde bir karaltı. Ama orada hiç kimse olamazdı.
Gözlerimi kısmadan bakarken fark ettim… oturma odasından içeriye beyaz bir ışık yansıyordu. Matkapla testere arası, metalin metale sürtünme sesi gibi bir ses geliyordu oradan. Bir şeyler parçalanıyormuş gibi. Bu sesi daha önce hiç duymamıştım. Ne makineydi, ne ev eşyası… Bu ses canlı değildi ama ölü de değildi. Tanımlanamazdı.
Nefesimi tuttum ve sessizce yatak odamın kapısını kapattım. Titreyen ellerimle telefonumu elime aldım. Tek çarem Eric'i aramaktı. Ekranı açtığımda şok oldum… telefonumda operatör yoktu. Ne hat vardı ne de internet. Sadece boş bir sinyal simgesi ve bomboş bir ekran.
Tam o anda, ekrana bir bildirim geldi. Sessiz olmasını umduğum telefon aniden “tın” sesiyle çaldı. Kalbim sanki boğazıma fırladı. Ve o anda… oturma odasındaki beyaz ışık hareket etmeye başladı. Sesle birlikte yaklaşıyordu. Kapının altından odaya bir beyaz ışık sızdı. Soğuk… kemiklere işleyen bir ışık.
Kıpırdayamıyordum. Gözlerim dolmuştu. Yatakta kıpırdamadan oturuyordum. Sessizlik içinde ağlamaya başladım, sesim çıkmadan… sadece gözyaşlarım süzülüyordu. O ışık ve ses bir süre sonra uzaklaştı. Kapının altındaki ışık sönmeye başladı. Derin bir nefes aldım.
Ama…
Telefonum bir kez daha ses çıkardı.
Ve o anda her şey tekrar başladı. Işık yine kapıya doğru yaklaşmaya başladı. Bu sefer kapı kolu da hareket etmeye başladı. Kapı, dışarıdan bir güçle açılmaya çalışılıyordu. İçimdeki dehşet dayanılmaz bir hal aldı. Hareket edemedim, bağırmadım, ağlamadım… sadece korkunun buz gibi kolları içinde kaldım.
Tüm gücümle gözlerimi kapatıp, uyanmaya çalıştım.
Ama uyanamadım.
Sonunda nefesim kesilir gibi olduğunda kendime geldim. Gerçekten uyanmıştım. Ama her şey o kadar gerçekti ki… ilk refleksim Eric’i aramak oldu. Numarasını çevirdim, açtı. Ne olduğunu sordum, ama ben bir süre konuşamadım.
Sonunda rüyayı anlattım. Gülerek, “Kendini odaya kapatmak yerine hemen evden kaçman gerekirdi, Alice. Filmlerdekiler gibi yapma,” dedi. Sadece güldü, ama ben bu sözleri unutmadım. Çünkü bana artık gerçek gibi gelen bu kâbus, bir uyarıydı sanki.

İkinci gece. Yine yalnız kaldım. Ve… yine aynı döngü başladı.
Eric işe gitmişti. Uyumamak için saatlerce direndim. Kahve içtim, müzik dinledim, perdeleri açtım. Ama bedenim ağırlaştı, göz kapaklarım titredi. Yatağa uzanmadan önce daire kapısını kilitledim. Anahtarı her zaman koyduğum yere, ayakkabılığın üstüne bıraktım.
Yatağa uzandım… sadece birkaç saat gözlerimi kapatmak istedim.
Ve… yine gözlerimi açtım.
Yatak odamdaydım. Tıpkı önceki gece gibi. Her şey aynıydı. Ama bu sefer daha karanlıktı. Yerimden kalktım. Kapının yanına ilerledim, ışığı açmak için düğmeye bastım. Işık açılmadı. “Elektrik mi gitti?” diye düşündüm. Ama o anda oturma odasından gelen o ses… beni dondurdu.
Bir televizyon sesi vardı. Komedi programıydı bu. Kahkahalar yükseliyordu.
Ama… evde benden başka kimse yoktu. Eric evde olamazdı, çünkü işe gitmişti. Hemen telefonumu elime aldım. Ekranı neredeyse görünmüyordu. Karanlıktı, sanki ekranın parlaklığı yok olmuş gibiydi. İnternet yoktu, hat yoktu… hiçbir bağlantı yoktu.
Karanlık içinde sessizce ilerlemeye başladım. Çalışma odasına gidip modemi kontrol etmeyi düşündüm. Parmak uçlarımda yürüyordum. Sessizce kapıyı açtım. Modemin ışıkları da sönüktü. Tam eğilip kontrol etmeye çalışırken… kapı aniden kapandı.
O an… her şey karardı.
Kapkaranlık odada kaldım. Çığlık atmamak için dişlerimi sıktım. Nefesim kesildi. Kapıyı hızla açtım ve odama geri kaçtım.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Her şey çok karanlıktı. Sanki gözlerim de görmüyordu. Buğulu gibiydi her şey. Gözlerimde perde varmış gibi…
Bir plan yaptım. Eric’in söylediği şey geldi aklıma: “Evden kaç.”
Hızlıca telefonumu ve anahtarımı almam gerekiyordu. Ayakkabılığın yanına geldim. Elimi uzattım… Anahtarı aldım.
Tam o sırada… tuvaletin kapısının açık olduğunu fark ettim. Kapalıydı… eminim uyumadan önce kapalıydı. Ama şimdi içeriden ışık sızıyordu. Sapsarı bir ışık. Ve o ışığın ardından bir ses geldi.
Bir fısıltı.
“Gel… Alice…”
Gülüyordu. Alaycı, boğuk bir kahkahaydı. Damarlarımda donmuş kanı hissettim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Koşar adım kapıya yöneldim.
Kapıyı açtım. Soğuk gece havası yüzüme çarptı. Apartman koridoru loştu. Lambalar neredeyse sönük gibiydi. Bir umutla yan dairemizin kapısını çaldım. Hızlı hızlı, art arda… ama kimse açmadı.
Arkamda hala o sesi hissediyordum. İçimden bir ses “git, git” diyordu.
Ve ben apartmandan dışarı attım kendimi.
Ama dışarısı da karanlıktı. Sokağın ışıkları sönüktü. Her şey yabancı, sessiz ve tehditkârdı. Ne yapacağımı bilemedim.
O anda… uyandım. Derin bir nefesle, gerçek dünyaya döndüm.
Ama ilk tepkim… odamda biri var mı diye etrafı kontrol etmek oldu. Işığı açamadım. Hâlâ ellerim titriyordu. Gözlerim dolmuştu. Bir süre yataktan kalkamadım. Gerçekle rüya o kadar iç içeydi ki… farkı anlayamaz hale gelmiştim.
Eric'i aramak, onun sesini duymak istedim. Ve çalışıyor olmasını umursamadan direkt aradım. Telefonu açtı:
" Hayatım ? Sen neden uyanıksın ? " Dedi.
Korkunç bir rüya gördüğümü ve kendimi iyi hissetmediğini söyledim.
" Sevgilim rüyanı dinlemeyi çok istiyorum ama moladayım ve molam bitmek üzere. Lütfen korkma, senin de dediğin gibi bu sadece bir rüya. Çok fazla korku filmi izliyorsun kendini korkutma bu kadar. İşten dönmeme az kaldı. Eve geldiğimde güzelce vakit geçiririz söz veriyorum" diye gülerek telefonu kapattı.
Sesini duymak iyi gelse de, söyledikleri beni üzmüştü. Herşeyi kafamda mı kuruyorum yani? Bu kadar korkunç şeyleri kafamda kurduğuma inanmıyorum.
Bunları düşünürken tekrardan uyuyakalmamaya çalışırken tekrar gözlerim kapandı. Ve ben yine aynı rüyaya hapsoldum. Ne kadar kaçarsam kaçayım aydınlık bir yere ulaşamıyordum. Her yer karanlık, sessiz ve ıssız..

İrkilerek kendime geldim, gözlerimi sıkarak kendimi uyandırmaya çalışıyordum. Tüm vücudum ter içindeydi. Boğazım kurumuştu, kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. O an… o tanıdık titreşimle irkildim.

Telefonum çalıyordu.

Yatağımda doğruldum. Soluk soluğa, başımda uğuldayan bir zonklamayla telefona uzandım. Ekranda “Eric” yazıyordu.

Açtım.

— “Hayatım… ben çıktım işten. Aklım sende kaldı. İyi olmadığını hissediyorum. İstersen biraz dolaşalım, sana iyi gelir,” dedi yumuşak sesiyle.

Gözlerim doldu. O an o kadar çok ihtiyacım vardı ki buna.

— “Lütfen gel…” dedim titreyen sesimle. “Evde kalmak istemiyorum artık.”
Beş dakika sonra Eric arabayla kapının önündeydi. Ceketimi alıp apar topar çıktım. Göz gözü görmeyen o karanlık sokakta Eric’in farlarını görünce içimdeki ağırlık biraz olsun hafifledi.

Arabasına bindim, hiçbir şey söylemeden elini tuttum. O da hiçbir şey sormadı. Sadece sürdü. Sokağımızdan uzaklaştık, şehir ışıklarına karıştık. Yaklaşık bir saat kadar gezdik. Radyoda hafif bir müzik vardı ama biz susuyorduk. Eric bazen bana göz ucuyla bakıyor, ben de dışarıyı izliyordum. Gözlerim yorgundu ama kapanmasına izin vermiyordum.

Bir noktada, “Eve dönelim mi artık?” dedim. “Biraz daha iyiyim.”

Eric başını salladı ve beni tekrar eve getirdi. Eve girdiğimizde içimi kısa süreliğine bir huzur sardı. Eric kapının arkasında durdu, bana dönüp gülümsedi.

— “Sen otur, ben evi kontrol edeyim. İçin rahat etsin.”

Birer birer bütün odaları gezdi. Bütün ışıkları yaktı. Perdeleri açtı. Dolap kapaklarına kadar kontrol etti. En son yanıma geldi ve gözümün içine baktı.

— “Gördün mü? Evde bizden başka kimse yok.”

Başımı salladım. Kendimi hâlâ hafif gergin hissediyordum ama onun varlığı… beni tutuyordu. Sarıldım ona, o da bana sıkıca sarıldı.

— “Bir kadeh şarap ister misin?” diye sordu sonra.

— “Olur… belki biraz rahatlatır.”

Mutfaktan iki kadeh getirdi. Oturma odamıza geçtik. Kadehlerimizi tokuşturduk. Hafif bir müzik açtı. Ve ben, en sonunda, ona anlatmaya başladım. Rüyamı. Gördüğüm karanlığı, duyduğum sesi, o ışığı, kapının zorlanışını, telefonun sesini…

Tam rüyanın en korkunç yerine geldiğimde, bir “klik” sesi duyuldu. Müzik sustu. Evde internet gitmişti.

Eric, “Garip… modem çalışıyordu az önce,” dedi.

Tekrar anlatmaya devam ettim. Ama birkaç saniye sonra, her şeyin üstüne bir karanlık indi. Elektrikler kesilmişti. Ev bir anda zifiri karanlığa büründü.

Ama ilk kez korkmadım.

Yanımda Eric vardı.

Elimi tuttu.

— “Korkmana gerek yok. Her şey geçti. Bu sadece kötü bir rüyaydı,” dedi.

Karanlıkta sesinden başka bir şey duyamıyordum. Elini hâlâ tutuyordum. İçim, ilk defa, az da olsa rahattı.

— “Su içelim mi?” dedi sonra. “Biraz iyi gelir.”

Birlikte mutfağa gittik. Su içtik. Ben bardakları yerine koyarken Eric sessizce oturma odasına yöneldi. Giderken de konuşmaya devam etti:

— “Tüm bunlar sadece kötü bir rüyaydı. Geçti artık. Gerçek bu…”

Son cümleyi söylerken oturma odasına girmişti. Ben de arkasından gittim. Koridordan oturma odasına vardığımda… sesi bir anda kesildi. Sanki bir film durmuştu.

— “Eric?” dedim, hafifçe seslenerek.

Ama odada kimse yoktu.

O an… kanım çekildi. Dizlerimin bağı çözüldü. Eric orada değildi. Evin her yerini koşa koşa dolaştım.

— “Eric?! Nerdesin?! Lütfen çık ortaya, lütfen!”

Yanıt yok.

Telefonum… yoktu. Elektrik yoktu. Işık yoktu. Ev buz gibiydi. Tek başımaydım.

Bir köşeye çöküp başımı ellerimin arasına aldım. Nefesim daraldı. Kalbim hızla atıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım, içimden sürekli tekrar ettim:

— “Bu bir rüya değil… bu bir rüya değil…”

Ama o an… açtım gözlerimi.

Yine yataktaydım.

Tavana baktım. Başımı çevirdim. Saat, yatağa yattığımın üzerinden sadece yarım saat geçmişti.

Ter içindeydim. Ama uyanmıştım, değil mi?

Derin bir nefes aldım. Tam “gerçek bu” demek üzereydim ki…

Oturma odasından Eric’in çığlığı yankılandı. Ardından… tiz, derin ve insan olmayan bir kahkaha…

Donakaldım. Hareket edemedim. Gözlerim açık ama bedenim taş kesilmişti. Kalbim göğsümü deldi delecek gibiydi. Ses hâlâ geliyordu. Eric’in çığlığı… ve gülüş.

Ama ben bakamadım.

Bakmak istemedim.

Çünkü artık rüya mıydı, gerçek mi… ayırt edemiyordum.

Ve o anda anladım.

Artık yavaş yavaş rüyanın içinde kayboluyordum.

Gerçek, gerçekte değildi.

Ve ben… belki de hiç uyanmamıştım.

Etiketler:

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3120 Toplam Flood
2704 Toplam Yorum
1526 Toplam Üye
8 Son 24 Saatte Flood

Kod e‑postana gönderildi. (24 saat geçerli)