Bunu, erzurum’dan istanbul’a giderken yaşamıştım. o günün târihini hiç unutmuyorum: 28 mart 2011, pazartesi günüydü…
dinlenme te’sisinde görmüştüm onu. üstünde beyaz bir elbise vardı. saçları, toplu değildi; dağılmıştı. hattâ biraz bakımsız göründüğünü söylemek bile mümkündü. o hâline rağmen açık kumral saçlarıyla, parlak teniyle, en önemlisi gözlerindeki târif edemeyeceğim gizemi ile büyüleyici görünüyordu.
soğuk bir görüntüsü vardı dışarıdan. nasıl desem, çok sessiz, ketum biri gibi…kollarını göğüs hizâsında bağlamış, bir sağa bir sola dolanıyordu. görür görmez etkilenmiştim. sanki aradığım kadın o idi…ne bileyim, insan hani ilk görüşte hisseder ya, benimki de öyle olmuştu galiba.
“ulan bu kadınla nasıl konuşacağım şimdi?” diye derin derin düşünmeye başladım. zâten vaktim kısıtlıydı. belki de 2 dakîka sonra kalkacak otobüse binecekti…
düşündüm, düşündüm…fakat harekete geçemedim bir türlü. yaklaşık 20 dakîka boyunca gözlerimi bir lahza bile ayırmadan onu seyretmiştim. anons yapılınca kadın, kendi otobüsüne doğru yürümeye başladı. kalbim iyice hızlı çarpmaya başladı. onu bir daha göremeyecektim…
bir anlık deli cesâreti ile tam binecekken otobüsün ön kapısının orada durdum onu.
“bakar mısın? şey…biliyorum: beni tanımıyorsun ama deminden beri seni izliyorum. nasıl desem, çok farklı göründün gözüme. yâni çok güzelsin de inan sadece güzellik değil. böyle direkt sormak tuhaf olacak ama tanışsak sorun olur mu?”
aslında ilk tanışma cümlelerimi, o panik hâliyle berbat şekilde söylemiştim. şaşırmıştı…meraklı gözlerle bir süre bana bakmış, sonra da susmuştu. bu sessizlik, bir süre daha devâm etti. bilâhare, “kusura bakmayın. otobüsüm kalkıyor, inanın vaktim yok. çok teşekkür ederim ama dediğim gibi sohbet etmek için müsâit değilim.” dedi.
\- ben, seni gideceğin yere bırakabilirim. lütfen…
\- çok teşekkür ederim ama gerçekten gitmem gerekiyor…
“teşekkür ederim cevap verdiğin için. iyi yolculuklar.” deyip buruk bir cümle ile ona vedâ ettim. o da teşekkür edip otobüse bitmişti. ancak bana karşı çok da olumsuz bir tavır takındığını hissetmedim kadının. otobüsün yanından ayrılmadım. bindiği koltuğun camının kenarına gidip ona doğru bakmaya başladım. ineceğini hissediyordum sanki…kadın, bu kararlı tutumu görünce hafiften gerilmişti. yüzündeki o tedirgin ifâdeyi görebiliyordum. sanırım benden korkmuştu…
hemen aklıma bir fikir geldi: camdan ona doğru bakarken bir adım geri attım. yalandan sendelermiş gibi yapıp yere bıraktım kendimi. ayağım takılmış gibi yapıyordum anlayacağınız. hemen ayağı kalkıp, üstüme başıma çekidüzen verip ona doğru gülmeye başladım. taktiğim işe yaramıştı: bu hâlimi görünce o da bana bakıp gülümsemişti.
o kadar güzel bir gülüşü vardı ki…kocaman gözlerinin içi gülüyordu âdeta. hiç unutamıyorum o ânı…bir insana gülmek, bu kadar mı yakışır?..bir iki dakîka o hâlde bekledikten sonra otobüs yavaş yavaş hareket etmeye başladı. gidiyordu…hâlâ otobüsten ineceğine dâir umudum vardı ama ne yazık ki inmemişti…otobüs, perondan yavaş yavaş geri çıkarken bana doğru bakıp tekrar gülümsedi. sonra da elini “hoşça kal” şeklinde salladı.
onsuz, “hoşça kalamayacağım” açıktı. hemen arabayı atlayıp otobüsü tâkip etmeye başladım. istanbul’a gitme plânımı iptal etmiştim. şehirler, terminaller boyunca onu izledim…aradan 4 saat geçmişti sanırım, otobüs gene mola vermişti. hemen arabayı durdurup otobüsten inmesini beklemeye başladım. nihâyet inmişti. önce markete gidip sonra da dışarı çıktı. elinde pet şişe vardı, kendine su almıştı ama içmiyordu.
daha sonra oradaki tost, çay, ayran vs. satan yere gidip kendine büyük bardakla bir çay alıp bir masaya oturdu. içimden, “tam sırası lan. hadi git, söyle. en azından 25 dakîka zamanın var.” dedim. dedim demesine ama maalesef yine yapamadım. bir türlü cesâretimi toplayamadım. uzaktan çay içmesini, telefonuyla oynamasını seyrediyordum…o hâlini seyrederken bile uçuk kaçık hayaller kuruyor, elinden tuttuğum ânı hayal ediyordum. beni görmemesi için ise çok dikkatli davranıyordum. gördüğü zaman, belki de her şey bitecekti…
“ya beni görünce ters bir tepki verirse? ya polis çağırırsa? ya ‘bu adam beni tâkip ediyor.’ diye ortalığı velveleye verirse?..” zihnimde tuhaf sorular hâsıl olmuştu. kararımı vermiştim: molada değil, otobüsten tam indiği ânda onunla konuşacaktım.
hareket saati yaklaşınca, çayını bitirip otobüse bindi. ben de hemen arabama atlamıştım tabiî. bir iki saat daha yolculuk yaptıktan sonra bursa terminaline gelmiştik. ve evet, nihâyet o da iniyordu…artık zamanı gelmişti…
hiç unutmuyorum: otobüsün arkasına saklanmıştım, gizlice onu izliyordum. muâvin, kırmızı renkli valizini otobüsün sağındaki bagajından ona vermişti. valizin kulpundan tutup yerde sürümeye başlamıştı. çıkışa doğru gidiyordu. tam o esnâda derin bir nefes alıp, “bir cesâret!” deyip, arkasından gidip seslendim:
\- merhaba. yine ben…
gülümsedim ona doğru. beni görünce nasıl da şaşırdığını asla unutamıyorum. önce şaşkınlık içinde bana bakmış, sonra o da gülümsemişti…