Ben Erasmusla İtalya ya gitmiş sıradan bir mimarlık öğrencisiyim. Dersler bitince agalarla İtalya da geziyoruz genelde. Sürekli uğradığımız bir makarna restoranı var. İlk orada makarna yediğimizde çok büyülenmiştik. Tadı kokusu falan enfes var ya. Dersiniz belki haşlanmış hamur amına koyim nasıl büyülendiniz. Valla biz de bilmiyoruz. Her oturduğumuzda farklı şeyler söyledik derken bir gün tüm menü bitti. Ondan beridir en sevdiğimiz şeyi söylüyoruz geliyor. Zamanla fark ettik ki hep aynı tat. Agalarla başladık konuşmaya bu durumu. Nasıl aynı amk? Birebir aynı. Bazılarımız tarife birebir uyulduğunu düşünüyor, bazılarımız aşçının çok yetenekli olduğunu. Ben ise bunun çok kaliteli bir fabrikasyon makarna olduğunu düşünüyorum. Bunu belirttiğimde itin götüne sokuldum. Bu kadar güzel bir makarnanın fabrikasyon olmayacağını söylediler falan. Ne kadar sadece varsayım yapıyoruz desem de boş. İş inada binmişti. Onları göt edecektim.
Kafaya koymuştum. O makarnaların nasıl hepsinin birebir aynı olduğunu bulacaktım. Aklıma gelen orada işe girmekti. Gidip görüştüğümde Mussolini’ye benzeyen bir adam İtalyan yemeklerinin pişerken başka ırktan birinin o yemeğin yanına yaklaşmasının uğursuzluk getirdiğini söyledi. Yerleri silerim mutfağa yaklaşmam desem bile dinlemedi. Dönüp adama sordum ama oturma yerine herkes girebiliyor, bu uğursuzluk yarıçapı ne kadar bir alana etki ediyor ki? Çakma Mussolini güldü falan ama kendi yalanını da ortaya çıkarmamalıydı. Mutfaklarının bodrumda olduğunu söyledi. Oraya da sadece %100 İtalyanlar girebiliyormuş.
Başka bir şey demedi. Düşündüm taşındım ilk olarak tek doğrulamak istediğim bilgi gerçekten bir bodrumu var mıydı? Hazır mimarlık öğrencisiyim bence binanın planlarını bulabilirdim. Üniversiteye gittiğimde oradaki hocayı bir yokladım. AB yönetmelikleri sağ olsun neredeyse her binanın planı varmış. Genelde o bölgedeki yerel yönetimlerde bulunuyormuş hatta mimarlık, inşaat mühendisliği gibi inşaatla alakalı mesleklerin öğrencileri sadece öğrenci kartlarıyla yerel yönetimlerdeki bu planlara erişebiliyormuş.
Bunu öğrendiğim gibi soluğu yerel yönetimde aldım. Sekreter kadına planlara ihtiyacımız var hocamız istedi diye numara kesiyordum. Zaten öğrenci kartımı gösterdiğimde fazlasını sormadı. Plan odasının nerede olduğunu dosya kodlarını falan söyledi.
Odaya gittiğimde öğrenciye saygıdan ve alabilecekleri muhtemel beyin göçünden dolayı tepeme izbandut gibi bekleyen birini dikmemişlerdi. Saatlerce aradım aradım derken restoranın planını sonunda buldum. Baktığımda gerçekten bir bodrumu vardı.
Sıra oraya nasıl sızacağıma gelmişti. Tünel mi kazmalıydım? Makarna için bir Shooting Massacre mı yapmalıydım? Derken gezerken sürekli restoranın önünde gördüğümüz arada bomb momb ya habibi ayva ayva diyen Arap kılıklı adamlar aklıma geldi. Bir soygun planları falan vardı herhalde. Bunu düşünerek elimde verecek bir şey olmalı dedim ve lokantanın planını fotoğrafladım.
Sonra düştüm çarşıya bu adamları bulabilmek için. Yine her zamanki yerlerindelermiş. Yanlarına yanaşıp bir hello falan dedim. Adamlar pek konuşmak istemedi. Ama ben onların amacını öğrenecektim. Onlara en son bomb falan dediklerini duyduğumu söyledim planlarını sordum. Bir korktular birisi bana ırkçı diyerek hümanizmin arkasına sığınmaya çalışsa da her şey su gibi berraktı. Merak etmeyin derdim sizi yakalatmak falan değil dedim ve amacınız burayı soymak mı diye sordum. Utana sıkıla biri kafasıyla onayladı. Bir planınız var mı diye sorduğumda yok dediler.
Bir anlaşma yapma zamanı gelmişti. Akşam tenha bir yerde buluşalım ve plan yapalım dedim ve olur dediler. Akşam buluştuğumuzda ilginç bir şekilde normallerdi. Pusuya getirilmemiştim. Hayret neden bir pusu kurmadınız dediğimde aldığım cevap çok ibretlikti. Meğerse adamlar Pakistanlıymış ve benim Türk olduğumu anlamışlar. Diriliş Ertuğrul adına Türklere zarar vermemeye ant içmişler. Türk olduğum için bana sonsuz güven duymuşlar. Bu gariban Avrupalı gavurlara bir ders vermek için el ele verip onlara günlerini gösterecektik.
Onlara binanın planını gösterdim ve tek amacımın bodruma inmek olduğunu söyledim. Ne kadar bir soygun payı verelim deseler de reddettim. Gözüm parada değildi. Bana vermeyi düşündüğünüz payı aranızda bölüşün ve sus payı yapın dedim. Bu konuda gayet anlaştık. Restoranın sadece ön kapıdan girişi vardı. Oradan keleşlerle gireceklerdi. Tek dertleri kasaydı büyük resmi görmüyorlardı. Ben zaten içeride oturacaktım kargaşa olduğunda da bodruma kaçacaktım.
Soygundan önceki bir hafta boyunca restoranı izledik. Onlar para akışını çalışan saatlerini izlerken ben restorana gelen ürünleri izlemeye karar vermiştim. Ama şaka gibi her gün kazanlarca makarna satmalarına rağmen içeri ne uncu ne domatesçi giriyordu. Bodrumda ne olduğu cidden merakımı uyandırmıştı.
Sayılı gün çabuk geçti ve soygun günü geldi. Ben restorandaki yerimi almıştım. Sadece beklemek kalmıştı geriye. Tek beklemem O klişe ortadoğu filmlerindeki arkasında makineli olan toyota marka beyaz pikapın kornasıydı. Adeta zaman durmuştu. Her yerde ses olmasına rağmen çok sessizdi. Yemek yiyenler çangır çangır çatal ve tabaklarla ses yapsalarda sanki ben o odadan sıyrılmış başka bir boyuta geçmiştim. Resmen ölüm sessizliği vardı. Bu sessizliği bıçak gibi bölen bir korna sesi duydum. Ardından mermiler havada uçuştu. Bu sırada hemen bodruma doğru koştum. Herkes polisi aramaya çalışırken ben bodruma doğru ilerliyordum. Şansıma koridorda kimsecikler yoktu. Merdivenlerden inmeye başladım ve binanın planında olmaması gereken bir duvarla karşı karşıyaydım. Duvarı ittim falan ama çıt yok. Bunun saklı bir kapı olduğu plana bakan biri için çok barizdi derken altta bir iğne gördüm. Ve bir şeyin akması için bir kanal. O sırada aklıma %100 İtalyanlar hariç kimse giremez hikayesi geldi. Çalışanlar %100 İtalyandı. Üst katta zaten bir katliam yaşandı bol bol kan vardı yani. Bir koşu yukarı çıktım. Kasiyer çoktan vurulmuştu zaten. Kasa sökülmüş. Pakiler işlerini temiz yapmasa da istediklerini almışlardı. Oradan tüm gücümle kasiyerin parmağını kopardım ve alt kata yol aldım. Yine duvarın önüne geldim parmağı iğneye batırdım. Kan aktı aktı aktı ve o kanal boyunca sızdı. Biraz bekledim ve kapıyı ittim. Gerçekten kapı açılmıştı.
Çok kalın demir bir kapıydı. Kale kapısından farksızdı. Kapıdan geçtiğimde laboratuvar ya da ar-ge merkezi tarzında bir şeyle karşılaştım. Bir üretim bandı vardı. Gerçekten fabrikasyon olduğunu düşünürken bir de ne göreyim. Bandın başında cam fanuslar. İçlerinde söylediğimiz makarnalar. Bir lazer. Anlam vermek çok zordu. Ama orada bir konsol olduğunu fark ettim. Biraz kurcaladığımda makarnaları döndürüp bir ışınla onları vuruyorduk. Sonra banttan ışınla vurulan makarna çıkıyordu. Yani makarna mı kopyalıyorlardı?? Bu inanılmazdı gerçekten. Derken bir ses işittim. Çok yaşlı bir adam sesi. Bandın yanında bir perde vardı. Korkarak perdeyi araladım. Sedyede yatan zar zor yaşayan yaşlı bir adam. Beni gördüğünde irkilmesini beklerdim ama adam beni göremiyordu bile. Yaklaştığımda hala aynıydı. Adam gitmiş gerçekten dedim içimden. Sağda bir perde daha vardı. Onu da açtığımda aynı tarzda ama genç bir kadın. Sedyede yatıyor tepki falan veriyordu. Beni gördüğü gibi paniğe kapılmıştı. Ve eliyle başka bir perdeyi işaret etti. Ağzında bir aparat olduğu için konuşamıyordu. Gösterdiği perdeyi de açtığımda gerçekten ne diyebileceğimi bilemedim. Birçok Yapay rahimde ceninler. Bunu gördüğüm an ensemde bir soğukluk hissettim sanki bir silahın soğukluğu. Değdi mi bu yaptığına diyen bir ses. Fazla merak göte yarak diyen bir ses.
Yavaşça döndüm. Çakma mussolini elinde silahla Madem buraya kadar geldin sor dedi. Sor anlatalım sonra zaten öleceksin. Lütfen öldürmeyin diye yalvarmadan önce ilk sorum bunların ne olduğuydu. O da başladı anlatmaya. Meğerse yatan yaşlı adam %100 İtalyan bir erkekmiş. Sadece vücudu sperm üretmeye devam etsin diye yaşatılan, yaşam makinelerine bağlı bir damızlık. Yandaki kadın ise %100 İtalyan olan bir kadınmış aynı zamanda yandaki adamın orada yatan önceki %100 İtalyan olan kadından olan çocuğuymuş. En yüksek İtalyanlığa sahip olan diğer veliaht oluyormuş. Erkeklerde bu taht ya da sedye değişimi daha yavaşmış. Kadınlar ise menopoz döneminden dolayı daha sık değişiyormuş. Sedyeden kalkana ne oluyor diye soramadan yaktıklarını söyledi. Tüm çalışanların bu soydan geldiğini ve sadece %100’e yaklaşanların veliaht olabildiğini söyledi. Amaçları ise Roma’yı kurmakmış. Kopyalanan makarnalarla neredeyse hiçbir gider olmadan para kazanıyor. Paralarla ise silahlanıp daha çok bebek üretiyorlarmış.
Adam bana bunları anlatırken öleceğimi kabullenmiştim. Ama bir anda bir silah sesi. Allahu ekberler havada uçuşuyor. Çakma mussolini yere yığılıyor. Pakiler geri gelmişti. Asla Ertuğrul’un soyundan birini bırakıp gidemezlermiş. Bunlar yaşanırken ilk kat polis dolmuş. Yukarı çıkamazmışız yani. Tek çözüm kurtarılmaktı diye düşündüm bir an. Belki pakiler yakalanırdı ama ben silaha falan el sürmemiştim. Koca demir kapıyı pakilerle itip kapattık. Şimdi bekleyecektik. Zaten içeride sonsuz makarna kopyalayabiliyorduk. Biri burada kitli kalsa baya yaşardı.
Kitlendik bekliyoruz 4 günün sonunda polis alt katı aramayı başladı. Pakiler nasıl terör estirdiyse artık 4 günde anca alt kata geldiler. Kapıya baya bir saldırıldığını duyduğumda bu maceranın da sona erdiğini anladım.
Aradan aylar geçti. Pakiler tutuklandı tutuklanmasına ama beni ele vermediler. Ertuğrul’un soyundan gelen birini ele veremezlermiş. Verdiğim TRT payları bir işe yaradı sonunda. Polis beni bu klonlama foyasını ortaya çıkarmaya çalışan biri olarak gördü. Çakma Mussolini ye her şeyi anlattığı için teşekkür ediyorum. Kaçış biletim anlattığı bilgiler oldu. Bu bilgileri öğrendim öğrenmesine ama deli saçması şeyler olduğu için anlatmaya değmezdi. Kimseyi göt edemedim. Bu da böyle bir anımdı.