İşemeden yola çıkmayın beyler

Karlı bir kış sabahı, uzun süreli bir ilişkideyim o zamanlar, hatunla istanbul planı yapmışız, kar kış kıyamet demiyoruz ve istanbul gezimize gidiyoruz. 3 gün boyunca istanbul'un çeşitli yerlerini gördükten sonra geriye istiklal caddesi kalıyor. yine karlı bir çarşamba öğleden sonra, 10 lira etmeyecek kumpire 30 lira bayılıp, şişene kadar içip el ele arabaya doğru gidiyoruz. saat 15:30

yılların ankaralısı olarak trafik istanbul'da kötü biliyorum ama sakin sakin gideriz diye düşünüyorum. ben istanbul'u çok iyi bilmem ama dik bir yokuştan inip ankara tabelasını takip ederek köprüye varmam gerektiğine hakimim. ağaçlı caddelerden dur kalk ilerliyoruz, hafif çişim var. ilk etapta bir benzinlik görmeyi umuyorum. trafik git gide sıkışıyor, aynı sıkışma eş zamanlı mesanemde de var. tamam diyorum benzinlik olmasın, herhangi bir cafe, restoran, cami olsun rica ederim ne olacak ki. ağaçlı caddeler sona erip 2 şeritli, emniyet şeridi olmayan, sağ tarafın bariyerli olduğu bir yola giriyoruz. ileride tünel, altgeçit benzeri bir şey var. bu noktada 2 seçenek üzerine yoğunlaştım, ya altıma işeyeceğim ya yolun ortasına işeyip show haber'e çıkacağım.

dakikalar geçerken hava da kararmış durumda, tek bir dileğim var arabayı sağa çekecek bir nokta, apartman bahçesi olsa bile umurumda değil çiş yapmak istiyorum. bu gerginliğim hatunda da gerginliğe yol açmış aynı zamanda. arabanın içinde kaloriferin sıcaklığını sindiren bir soğuk hava hakim. ben çişimi, kız muhtemelen ayrılığı düşünüyor. altgeçit-tünel benzeri bir yapıya girip, ana yollara bağlanıyoruz ama ben çişimin bir kısmını muhtemelen ter olarak attım o sıralarda. köprüyü görüyorum, sanırım birinci köprü diyorsunuz, yol 20 şeride çıkıyor, kocaman bir mutlulukla sağa çekiyorum. sanki o köprüde hiç 15 temmuz yaşanmamış, sanki fatih gemileri karadan yürütmemiş, sanki hayallerin şehrinin en güzel noktasında değilmişim gibi, arkadan 5 litrelik antifrizli cam suyuna uzanıyorum. tek ve kesin bir emirle arkanı dön diyorum, yarısı dolu antifrizin içine bütün benliğimi bırakıyorum.

o mutlu an sonrası fark ettiğim bir şey; ben işemeden önce mavi olan yarısı dolu şişe artık tam dolu ama yeşil. hani sarı pastel boyanın üzerine mavi boyayı sürünce yeşil olurdu ya ilkokulda, ben onu ona özel sanıyordum. gerçekten doğada sarı ve mavi karışımı yeşil oluyormuş. kimya biliminin kanıtı olan yeşil şişeyi arkaya koyup, ankara'ya doğru yola çıkıyoruz.

izmit sonrası daha da karlı, evine ekmek götürme derdinde 3-5 tır, offroad meraklısı 1-2 jip ve kar küreme aracı dışında bomboş bir otoyol. yavaş ve sakin bir şekilde ilerleyerek en zor etapları bitirip artık neredeyse araba kalmamış bolu tünelini geçiyoruz. tünel çıkışı arabanın çekişinde bir gariplik hissediyorum ama yolun karlı olmasından olacağına yorup yola devam ediyorum. saat 21 sularında artık cankurtaran yokuşuna doğru yaklaşıyoruz, araba bir anda teklemeye başlıyor. hızımız 90'dan 80'e 80'den 70'e düşerken sağdaki pedala basıp ortadaki vitesi değiştirmek dışında hiçbir şey gelmiyor elimden. gözüm arabanın dijital derecesine kayıyor eksi 12?
hani kar 0 derecede yağardı lan diyorum, eksi 12 derece demek çalışmayan bir arabada maksimum 3 saat sonra öldük demek.

düşen uçakta ateist olmaz derler, kendimi yüce yaratıcı ile bir diyalog içerisinde buluyorum. evet sana yeterince iman etmedim, oruç tutmadım hacca gitmedim ama gel büyüklük sende kalsın, bizi koyma buralarda diyorum. net bir cevap gelmezken arabanın hızı o an 50'ye düşmüş durumda. tek başıma olsam, iner bi tıra otostop çekerim ama kız arkadaşımın 3. sayfa haberlerine konu olmasını istemiyorum.

bütün umutların tükendiği anda, ileride beyaz ışıklar görünüyor, rabbin sana küsmedi ayetini almış peygamber gibi hissediyorum. türk petrol yazısı okunabilir hale geldiğinde saat 22 suları, hızımız 30'a düşmüş ve sevinçle pompalara yanaşıyorum. marketten bulduğum en pahalı yakıt temizleyiciyi depoya boşaltıp, yükle en euro ultimate power dizel yakıtını diyorum. yakıtı koyduktan sonra, bizi buralara getiren otomobilimiz çalışmıyor. sanayide bildiğim ne kadar insan varsa arıyorum, hepsinden gelen emirleri uyguluyorum ama havanın dayanılmaz soğukluğu, içeride "senin allah belanı versin bakışları atan sevgili", "napio bu amk delisi" diye bakan pompacılar konsantrasyonumu bozuyor. sucuklu yumurta izleyen kedi gibi kaputun altına bakıyorum, teknoloji bu olamaz diyorum. araba inatla çalışmıyor. pompacıların temennisi şu şekilde "abi hanım abla, bizim pompa odasına geçsin(what?), üşümesin" insan kendi elleriyle sevgilisini elin pompa odasına koyar mı diyemiyorum, koyuyorum.

pompa odasından kasıt 37 ekran tüplü bir tv, kendini ısıtan bir elektrikli ısıtıcı, güldür güldür show sesleri, üzerinde neler yaşandığını hayal etmek istemediğim bir çekyat. bu noktadan sonra kızla göz temasımız kaybolmuş durumda. "kabusa dönen yolculuklar" çekim ekibi, national geographic stüdyolarında, benden gelecek haberi bekliyor. tekrar arabanın başına geçip benzin pompasının yanında, ağzımda sigara, internette var olmuş bütün oto çekicileri arıyorum. hepsinden siktir yedikten sonra acaba falım çiğnetsem kıza, çekici gelir mi diye düşünüyorum. saat 23

son çare kuzenimin eşinde kamyon çekicisi var, bütün masrafları göze alıp, onu arıyorum. tamam 3-4 saate ordayım diyor. 100 kilometrelik yolu zaten 2 saatte zor giden şey bu karda 3-4 saat iyi gene diye düşünüyorum. bu arada arabanın anasını da bellemiş durumdayım, sökebildiğim bütün parçalar etrafa dağılmış durumda. pompa odasında güldür güldür show'un tekrarı bitmeden ortalığı toparlayıp, kendimi çekyatın üstüne bırakıyorum. 3 gibi veli geliyor, adamsın diyorum, kralsın diyorum. gelen şeyi size şöyle tarif edeyim, camları tam kapanmayan, çorum kaloriferi çalışmayan, bozulan tır, iş makinesi, otobüs gibi şeyleri çekmeye yarayan devasa bir külüstür. arabayı güç bela yükledikten sonra kamyona bindirdiğim aşkımın yanına biniyorum.

bütün bunlar olurken kamyonun ön koltuğunda (hatta bence o da bir çekyat), dışarıya bakarken, veli ve pompacı arasında hareretli bir diyalog yaşanıyor. konuşmaları duyamıyorum ama veli çöpe gidiyor, veli çöpü karıştırıyor, veli çöpten 5litrelik yeşil sıvıyla dolu şişeyi alıyor. napio lan bu diyorum ama çaresizim, veli şişeyi açıyor ve ön cama doğru savuruyor. istanbul'un en güzel manzarasına doğru yaptığım çişim şimdi kızılcahamam mevkiinde, kuzenimin eşinin omuzlarına doğru dökülüyor. çişli antifriz ön camın buzunu çözerken benim artık bu duruma verecek tepkim yok.

veli yarı dolu yeşil şişeyi bana doğru verip, bunu yanımıza alalım da yolda ara ara dökeriz diyor. peki diyorum, iç dese içerim o kadar çaresizim. 100 kilometrelik yolu 4 saatte arada ön cama çiş atarak dönüyoruz.

o arabayı sanayiden çıktığı gün satılığa koyuyorum, veli'ye iyi bir para verip, dolaylı olarak üstüne işediğimi söyleyemiyorum, kız pompa odasında bir şey olmadığına yeminler ediyor. o günden sonra asla işemeden yola çıkmıyorum.

Etiketler:

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3814 Toplam Flood
4095 Toplam Yorum
2394 Toplam Üye
57 Son 24 Saatte Flood

Kod e‑postana gönderildi. (24 saat geçerli)