vakti zamanında amerikalı bir sevdicek vardı. bu sevdicek ile gez gör anadolu turuna çıkmış ve yazdan kalma bir kasım günü beyaz ile mavinin karıştığı bodruma gelmiştik. türkiye hakkında pek bir şey bilmeyen sevdicek “oh i want to see a turkish bath” diye tutturmuş, bütün yol boyu beynimi yemişti. her ne kadar turkish olsam da o zamana kadar evimin banyosu dışında bir bath tecrübesi olmayan ben bu durumdan pek de hoşnut değildim. geçiştirme taktiklerim geçici çözüm sağlasa da sevdiceğin gözlerinde hala “oh i want to see a turkish bath” bakışları kaybolmamıştı. nitekim bodrumun içinde yaptığımız ve gün boyu süren güzel gezimizden de tatmin olmamış, tam ben pansiyonumuzun yolunu tutup güzel bir akşam geçirme hayalleri kurarken “oh look! there’s a turkish bath!” diye kulağımı tırmalayan bir çığlık atmıştı. o bir çığlık ki benim hayallerimi tüketti. o bir çığlık ki hayatımda hep trajikomik bir anı olarak kalacak dakikalara adım atmama neden oldu….
sevdicek cin gözleriyle baka baka yolda yürürken “fantastic nights in turkish bath” tabelasını nasıl kaçırabilirdi zaten? hava kararmıştı, saat geç olmuştu, sevdiceğe her ne kadar “look sweety”, “listen to me honey” gibi kalıplarla başlayan ikna taarruzlarında bulunduysam da amerikan inadı tutmuştu bir kere. yapacak bir şey yoktu. la havlemizi çekip ağır adımlarla içinde loş bir ışık yanan hamama doğru yöneldik. içeri girdiğimizde rutubet kokusu çarptı yüzümüze. resepsiyonda şişman bir kadın oturmaktaydı. içimden “umarım kapanmıştır” diye geçirirken kadın yanımdaki sevdiceğin turist olduğunu hemen anlamış ve “ooo welcome welcome” lara geçmişti bile. ben ne olduğunu anlayamadan sevdiceğimi alıp uzaklara, çok uzaklara götürmüşlerdi. ben ise ne yapacağımı bilmez şekilde beklemekteydim. şişman kadın beş dakika sonra geri gelerek “hadi tontoşum sen de erkekler hamamına gir, arkadaşı gönderiyorum, yıkasın seni güzel güzel” dedi bana, pis pis sırıtarak. yapacak bir şey kalmamıştı, soyunma odasına girip üzerimi çıkardım, verdikleri peştamalı bağlanıp, ayağıma o iğrenç plastik pembe terlikleri geçirdim. kim bilir kaç kişi geçirmişti bu terlikleri ayağına daha önce! ağır adımlarla mermer merdivenlerden inerek hamamın girişine geldim. içimde aynı zamanda bir korku da sevdicek adına büyümekteydi: ya başına bir iş gelirse?
tüm cesaretimi toplayıp hamamdan içeri girdim. karanlıktı, cılız bir ışık buharın arasından etrafı aydınlatma çabasındaydı. benden başka kimse yoktu. o gelecek arkadaş da yoktu ortada. “şıp şıp”, damlaların mermere çarpış sesi yankılanıyordu hamamın akustiğinde. ne yapacağımı bilmeden dolanıp durdum hamamda ve birden omzuma bir el dokundu. o da ne? kıllı, göbekli ve en kötüsü pala bıyıklı bir adam bana “birazdan çok eğleneceğiz” dermişçesine sırıtıyordu. erkekliğe bok sürdürmemek ve delikanlı karizmamızı çizdirmemek için nasıl titremeden durduğumu bir ben bilirim. “dayı ben de sana bakıyordum” sözcükleri çıktı titrek dudaklarımın arasından. kıllı tellağım sırıtışını keserek göbek taşında dinlenmemi ve on dakika sonra tekrar geleceğini söyledi. beni oracıkta bırakıp çekip gitti…
emir alınmıştı: göbek taşında uzanılıp beklenilecek ve terlenilecekti. yavaş yavaş uzandım göbek taşına. garip kaygan bir doku hakimdi yüzeyine; benim gibi hamamla ilk defa haşır neşir olan bir insanın aklına direk pisliği çağrıştıracak cinsten. etrafı incelemeye başladım. üzerinde yattığım göbek taşı bir kubbenin tam altındaydı. kubbenin üstü mumlu cam kaplıydı ve soyunma odasına denk geldiğini düşünmeme neden olan florasan lambasının aydınlığı geliyordu. ben gözlemlerimi yaparken beynim de kendi çalışmasını benimle paylaşıyordu.
beyin: – usta, benim aklıma pek yatmadı burası, gel paşa paşa çıkalım, daral bastı der yırtarız işin içinden.
ben: – olur mu lan! korktuk da çıktık olur bu, ötesi yok. sen herif bize ne yapacak onu düşün. ne gülümseyişti o? bağırsak sesimizi duyan olur mu?
beyin: – başlarım karizmana, sen burada yat malak gibi. allah bilir sevdiceği nereye götürdüler, kimler yıkıyor acaba şimdi? senin beynine sıçayım bu saatte kimsenin olmadığı hamama soktun bizi. sevdiceği düşünmüyorsan kendi götünü düşün be babacım ya! sesimizi kim duyacak, bizden başka kimse yok koca hamamda!
ben: – doğru konuş, sıçtığın beyin sensin bu arada. of, ne bok yiyeceğiz şimdi? dur ayak sesleri duydum galiba!
göbek taşının üzerinde hafifçe doğruldum. sıcaktan iyice terlemiştim ve kirpiklerimde damlacıklar biriktiğinden gelen iki adamı çok net göremiyordum. biraz daha yaklaştıklarında bir tanesinin bizim göbekli tellak diğerinin ise ondan biraz daha kilolu başka bir adam olduğunu fark ettim. aralarında konuşuyorlardı, ama hamamdaki yankılanma olayından dolayı bir şey anlamak mümkün değildi. tek düşündüğüm bir yerine iki olmalarıydı. bu iyi miydi kötü mü? adam müşteri ise götü kurtarmıştık galiba. ama pek müşteri gibi de değildi adam. “aman tanrım, felaket geliyorum dedi galiba sonunda…”
korkudan dizlerim çözülmüştü artık. sadece ve sadece oradan kaçmak istiyordum. adamlar iyice yaklaşmış bana bakıyordu. ben ise göbek taşında oturmuş biçare ne yapacağımı düşünüyordum. tellağın elinde tuttuğu kese ve sabun gözüme iliştiğinde biraz rahatladığımı hatırlıyorum. korkak bir ses ile “abi, terledim herhalde yeteri kadar. ben şuracıkta yıkanayım, sen de yorulma boşu boşuna” dediğimi hatırlıyorum. bu lafın üstüne de hamamda koca bir kahkaha patladı. tellak hem gülüyor hem konuşuyordu. zaten söyleneni anlamak için kıçımı yaran ben ise artık hiçbir şey anlamıyor ve tellağın bir hezeyan ya da cinnet geçirdiğine yönelik endişe duyuyordum. aklımdan bin çeşit facia senaryosu geçiyordu. hapishanelerde tecavüze uğrayanlardan tutun da, değişik işkencelere maruz kalan insanlara kadar.
bu korkunç düşünceler kafamda depara kalkmışken, tellak göbek taşının üzerine çıktı, önce sağ kolumu, sonra sol kolumu sabunlayıp harıl harıl keselemeye başladı. ardından sırttı bacaklardı derken beni sağdan sola çevire çevire yıkadığını fark ettim. korkulacak bir şey yoktu, adam beni yıkıyordu. hem öteki dombili de kendi kendine yıkanıyordu uzaktaki köşede. yavaş yavaş tellağın sert hareketlerine ısınmaya başladım. hatta tellak ağabeyime karşı panik sonrası rehavetin verdiği iyimser duygular uyandı içimde. boşu boşuna panik yaşamıştım, her şey yolundaydı. rahatladığımı ve vücudumu gevşettiğimi hatırlıyorum. tam o sırada tellak ağabeyimin “hah şöyle ciğerim, neydin öyle kasılmış am gibi! rahat ol da biz de işimizi yapalım” dediğini duydum.
bu dakikadan sonra hamamda tellağın elleri altında özgürce uçan bir kelebek gibiydim. masaj kısmında beni sırt üstü yatırıp sağ elimi sol omzumun arkasına, sol elimi de sağ omzumun arkasına koyup ortadan bastırarak omurgamı kütürdetmesi bütün korkularımın yersiz olduğuna inandırmıştı beni.
her şey bittikten sonra üzerimi giyip de resepsiyona çıktığımda neler hissetmem gerektiğini bilemiyordum. sevdicek koltuğa kurulmuş törkiş epıl tiyin içmekteydi. beyaz teni hamam sefasından pembeleşmişti. yüzünde harika bir tebessümle bana bakıyordu. ama benim bakışlarımın tuhaflığından olsa gerek “are you ok?” diye sordu. am i ok? iyiydim herhalde, salaklaşmıştım oldukça. hayatımda hiç bu kadar korkmamış ama aynı anda hiç bu kadar rahatlamamıştım… cevabımı beklemeden “listen, you won’t believe what i experienced in there!” diye heyecanla başından geçenleri anlatmaya başladı. sevdiceğin şansına kadınlar hamamında gelin varmış. tefler vurulmuş, şarkılar söylenmiş, dolmalar yenmiş. onu da aralarına alıp yıkamışlar, ovmuşlar, oynatmışlar. hayatının eğlencesini yaşamış kısaca.
dediğim gibi, ilk hamam tecrübesi kimisi için tam bir sefa olur, kimisi için ise kabus.