dün sabah huzursuz düşlerimden uyandığımda kendimi her kızın sevişmek istediği “o” erkeğe dönüşmüş olarak buldum. kimi zırtlan erkeğin başına geldiği gibi, sade bir kıvanç tatlıtuğ yakışıklılığı değildi ama benimkisi; burak özçivit, kerem bursin, barış arduç gibi türk yakışıklılarının ve bilumum hollywood aktörlerinin karışımından teşekküldü güzel yüzüm. bir bakışta bin yakışıklı ünlünün gözüktüğü suretim, adeta yakışıklı kokteyli olmuştu.
tenim ve gözlerim bu dünyada canlı cansız hiçbir nesnede olmayan büyüleyici bir renge dönüşmüştü. dokunuşlarım tüm vücudu zangır zangır titretebilen etkideydi. “dönüşür dönüşmez dokunuş etkini nereden anladın amk” demeyin hemen; o ara yatakta kaşınan kıçıma elimi atınca birden, içimde kışkırtıcı bir kıpırtı oldu da ordan anladım. ‘kendi kendimi bile delice tahrik edebiliyorsa bu dokunuş, kadınları n’apmaz’ diyerek mezdeke’den “ya el yelil” çalıp odanın içinde sevinçten göbek atıyordum.
doğanın geçtiği bu büyük kıyağa delice sevinmekte haksız da değildim.
başıma konan bu büyük talih kuşuna gregor samsa şahit olsa, “çarkına çomak soktuğumun kavanoz dipli dünyası, madem böyle bir yeteneğin vardı da bana garezin neydi” derdi kesin.
o sevinçle, aklımın ergenlikten beri istifleyip arşivlediği seksi kadın kataloğundan birini seçmek istedim. nasıl olsa her kadının sevişmek istediği bir erkek olmuştum. hangi kadın bana hayır diyebilecekti ki. acaba zihin arşivimden hangi ünlü kadın kategorisini deşelemiydim? ‘dizi film oyuncusu mu, seksi bir şarkıcı mı, yoksa şuh edalı bir spor sunucusunu mu’ diye düşünmeye başlamıştım. bu eşsiz bedensel donanımla, bu üstün zevahirle gidip de yoldan geçen alelade bir kadınla sevişemezdim sonuçta.
ikamet ettiğim adana’dan kalkıp istanbul’a gitmenin ilk etapta zahmetli olacağını düşündüğüm için, aklıma iş yerinden havalı necla geldi hemen. egosu gibi poposu da büyük olan kendini beğenmiş necla, erotik temalı çoğu rüyalarımda başrol oynamıştı nihayetinde. bu fırsat ele geçmişken ilk onu aradan çıkarmalıydım. çünkü olur da büyü bozulup eski halime dönüşürsem, her zaman yaptığım gibi, bilgisayar ekranında önemli bir evrak okuyormuş şekli yaparak çaktırmadan poposuna melül melül bakmakla yetinecektim necla’nın.
derhal aradım necla’yı, “sana acilen çok önemli bir şey vermem gerekli dedim. onu bu şekilde merak ettirip beni bir kez görmesini sağlamalıydım. gerisi kolaydı. sonra gittim yan mahalledeki evine, bastım ziline… koca poposunu içine sığdıramayıp arkasından taşırdığı ünisex eşofmanıyla karşıladı kapıda beni necla. ‘kırk tane şeyim olsa birini sana vermem’ tavrıyla yüzüme bile bakmadan, kapıyı tam açmayıp aralıktan konuşarak “neymiş o vereceğin çok önemli şey, uzat bakalım” dedi. gözünü kapa avcunu aç dedim. “off oyun mu oynuyorsun sen benimle ya, hiç kaldıramam sabah sabah!” diyerek uzattı avucunu. o an en çekici sihrimle avucunu avucuma alıp sımsıkı kavradım. yüksek seksi gücümün etkisiyle, necla şöyle bir titredi, kendinden geçti ilkin. sonra kapıyı tam açtı, büyüleyici yeni suretimi de görünce tutamadı kendini, gözlerini devirip kollarıma atladı, tutkuyla ve şehvetle dudaklarımdan öpmeye başladı…
sonra elimden tuttu, “hadi sumo güreşi yapalım tatlım” diyerek içeriye çekti beni. o ara asansörden yan daireye sipariş getiren bakkal çırağının ‘yine seks hikayesi mi yazıyorsun feridun abi’ manalı alaycı bakışlarını görmezden geldim, hızlı hareketlerle girdim içeriye…
içerisinin çok dağınık leş halde olduğunu görünce, bir an irkilir gibi oldum. sonra necla’nın karşımda birden fütursuzca anadan üryan soyunması ve koşulsuz teslimiyetle kendini bana cömertçe sunması, biraz daha itti beni. rüyalarımın ve mastürbasyon sahnelerimin daimi başrol oyuncusu o zor kadın necla gitmiş, sanki yerine yapay zekalı seks robotu gibi çekimsiz, cazibesiz, seksapeli bitik figuran bir necla gelmişti. kollarını doladı boynuma, dudaklarımdan öpmeye, tutkuyla yavaş yavaş soymaya başladı beni. tam o sıra zil çaldı. necla, “üzerim müsait değil sen bakıver tatlım” dedi. kalktım açtım kapıyı, baktım bakkalın çırağı. kinayeli kinayeli “kalem kağıt lazım mı feridun abi, bu seferki hikayen uzun olacak gibi” diyor şerefsiz. “oğlum benim adım feridun değil, bi’şey de lazım değil yürü git lan” deyip kovdum çırağı, tekrar döndüm necla’nın yanına. yine başladı beni iştahla öpüp koklamaya, fakat bende tık yoktu. sanki beni öpen yılların o seksi kadını necla değil, kalın etli dudaklarıyla mahallenin tüpçüsü kazım abiydi. o hayalimdeki popoyu elleyeyim, belki heyecanlanırım dedim, attım elimi kalçalarına, yavaş yavaş okşadım. ama yine olmadı. sanki o kalçalar hayalimdeki necla’nın iri poposu değil de, kahveci rıza dayının koca götü gibi geldi elime. kendimi ne kadar zorlasam da olmuyordu. dayanamadım, ‘ben yapamayacağım necla’ dedim, kalktım ayağa giyinmeye başladım. necla paçalarıma asılıp ‘nolursun biraz daha kal’ dedikçe irkiliyordum, bir an evvel o evden kaçmak istiyordum…
güç bela kurtulup attım dışarıya kendimi. asansör aynasına bakıp gömleğimin son düğmesini iliklerken, kendi kendime “ulan meğer hayallerimi süsleyen şey neclanın koca götü değil koca egosuymuş” dedim. ‘ah bir kerecik sevişsem’ iç çekişiyle tüm benliğimle arzuladığım necla değil, onun ulaşılmazlığıymış diye söylene söylene çıktım sokağa. yolda gördüğüm kadınlar tutkuyla bana bakıp birbirlerine beni gösteriyor, büyük bir iştahla “öp beni recep yi beni recep” bakışları atıyorlardı.
gören her kadının delice beni talep etmesi, tutkuyla arzulayıp anında her şeyini önüme sunmaya hazır olması, seksüel istencimi köreltip yok etmişti. o an şu durumu çok iyi idrak etmiştim: kadının cazibesi ve seksapeli, onun ulaşılabilirliğiyle aynı orantıdaydı…
en son, hiçbir kadına göz ucuyla bile bakmadan aldım kederli yakışıklılığımı da yanıma, uzadım gittim evime. derhal kendimi banyoya attım, kahrolası büyüleyici yakışıklılığımın bile elde edemeyeceği birini hayâl edip ve onunla tutkuyla seviştiğimi düşleyip zavallı halime ağlaya ağlaya otuzbir çektim.