BİR KADIN ÖĞRETMENİN ÇEKTİĞİ ÇİLE
Bu hikayeyi bana ÅŸimdi emekli olan ve Ankara’da oturan, yaklaşık 32 sene öğretmenlik yapan birisi anlattı. Hikayesini naklediyorum.
Muallime mektebinden mezun olduktan sonra bir ÅŸevk ile Anadolu’ya öğretmen olarak atamamız hemen yapıldı. Ben doÄŸma büyüme İstanbullu olduÄŸum için, ailemden ayrılacağım hiç bilmediÄŸim diyarlara gideceÄŸim için biraz durgunlaÅŸmıştım. İstanbul’dan ve ailemden ayrılmak bana acı verse de 1970’de Ankara otobüsüne bindim, Ankara’ya vardığım vakit MEB binasına gidip öğretmenevine yerleÅŸtim. Görevim yanlış hatırlamıyorsam 7 Eylül de baÅŸlıyordu ben de erkenden giderek bölgeyi ve çok merak ettiÄŸim Ankara’yı gezme fırsatını tepmek istememiÅŸtim. Biraz gezindikten ve atanın huzuruna çıktıktan sonra görevli olduÄŸum köy okulunun arabasına bindim ve çevreyi izlemeye baÅŸladım. BindiÄŸim araba zor hareket ediyor, hatta ara ara durup arabayı dinlendiriyordu ÅŸoför. Güç bela sallana sallana köye geldik, ben hemen muhtarlığa gittim.
Muhtar beni layakıt bir tavırla karşıladı, sitemkar bir ÅŸekilde “sizi mi atadılar buraya hocam?” diye sordu. Bende “evet ilk görev yerim olarak burası çıktı” dedim. Muhtar “hayırlısı olsun ama biz erkek hoca bekliyorduk, burada kadınlar pek durmuyorlar, alışamadıkları için çocukların okulu yarıda kalıyor” dedi. Bende muhtara garanti vererek hiçbir yere gitmeyeceÄŸimi fakat yorgun olduÄŸumu evimi ve okulu göstermelerini rica ettim. Muhtarla beraber okula doÄŸru yürürken çevredeki halk beni merakla gözlerle süzmeye baÅŸlamışlardı. Bazıları “cık cık, olur mu canım, tövbe” diyerek beni istemediklerini açıkça belli ediyorlardı. Muhtar evimi gösterdi, ev ahırdan bozma bir yerdi, baÅŸkente bu kadar yakın olup öğretmene böyle bir evi layık gören devlete biraz sitem ettikten sonra eve yerleÅŸmeye baÅŸladım. Evdeki tek eÅŸya bitli bir yataktı. Muhtar evin anahtarını verdikten sonra çıkıp gitti. Ben de yataÄŸa yatıp aÄŸladım. İnsan her ÅŸeye alışıyor tabi, bir süre sonra evi derleyip toparladım. Ankara’ya gidip hem kredi çektim hem de babamdan borç alıp ikinci el eÅŸya dükkanına gidip 1 kanepe 1 yatak masa gibi temel eÅŸyalar aldım. Bunları eve yerleÅŸtirmek için köy kahvesinden bir kaç erkeÄŸin yardım edip edemeyeceÄŸini sordum kimse yardım etmeye gönüllü olmadı. EÅŸyaları getiren arkadaÅŸla eÅŸyaları evin içine yerleÅŸtirdik. Köylü teyzelerden de eskimiÅŸ bir kaç halı satın alıp eve serdim. Eve gayet güzel bir hale bürünmüştü, tek eksiÄŸi kapanmayan bir dış kapı ve perdelerdi. Camları bir ÅŸekilde kağıtla bile kapatabilirdim ama kapı iÅŸini bir an evvel çözmem gerekiyordu. Muhtara gidip terk edilmiÅŸ köy evlerinden birinin kapısını söküp benim evime takıp takamayacağını sordum. Muhtar “valla kızım evler boÅŸ ama sahiplidir, geri geldiklerinde kapımız nerede derlerse ne diyeceÄŸiz? Ama istersen köy kahvesinde Cemalettin diye birisi var benim gönderdiÄŸimi söyle ona sor bakalım ne diyecek” dedi. Ben hemen köy kahvesine gittim Cemalettin’i buldum.
Cemal bey dedim kapım kapanmıyor sizinle görüşmemi söyledi muhtar bey. Cemal beni şöyle bir süzüp kaytan bıyığını burduktan sonra “ee?” dedi. Siz de kapı var mı yok mu dedim. Cemal’de “diyelim ki var, karşılığında ne vereceksin” dedi, yüzünde yine o pis sırıtış vardı. Ne kadara satacaksınız diye sordum, cevap vermedi çayından bir yudum aldı. İyice asabım bozulmuÅŸtu dokunsalar aÄŸlayacaktım tekrar Cemal Bey’e “beyefendi evimin kapısı yok, satacaksanız satınız, yoksa baÅŸka yerden bulacağım” dedim. Cemal “satarız bacım satarız sen merak etme 50 liraya veririm sana iÅŸine gelirse” dedi. O zamanlar bizim maaşımız zaten 150 lira civarındaydı. Cebimde de 80 lira civarı kalmıştı. Mecburen kabul edip kapıyı gelip takmasını söyledim. Cemal “acelen ne otur hele çay içelim” dedi. Hayır deyip okula gittim. Bu sırada muhtar beni gördü, ne oldu ne bitti diye sorarken satın aldığımı parayı verdiÄŸimi söyledim. Kızım kapı dediÄŸin ÅŸey Ankara’da 20 liraya en pahalısını alırdın tüh dedi. Olan olmuÅŸtu pek üstelemedim.
Okul dışardan bakıldığında fena gözükmüyordu fakat içine girdiÄŸimde her yerin tozla kaplı olduÄŸunu, sıraların bazılarının çürüdüğünü ve çivilerin çıktığını gördüm. Hatta bu çiviler bir kaç öğrencinin baldırına girmiÅŸ, çocuklar acı içinde kıvranmışlardı geçen sene. Okulun tuvaleti ise gideri açılmadığı için çalışmıyordu. Muhtara bu öğrencilerin tuvaletlerini nereye yaptıklarını sordum, okulun arkasını iÅŸaret etti. Umudum kırılıyordu geleceÄŸe karşı. Köydeki genç kızlardan okulu silip sürmelerini rica ettim ben de bahçe temizliÄŸini yapacaktım. Allah razı olsun köylü kızlar gelip okulu silmeye baÅŸladılar iyi iÅŸ baÅŸarmış ilk günden okulu bir nebze de olsa adam edebilmiÅŸtik. Gülnur diye bir kız çay yapmış bahçede hep beraber içip birbirimizle tanışıp sohbeti koyulaÅŸtırıp demlenirken, köy kızlarından yaşının 14 olduÄŸunu bildiÄŸim AyÅŸegül’e birisi okul kapısında durup seslendi “ne iÅŸin var burada doÄŸru eve git, elalemin aÄŸzına sakız mı edeceksin beni ÅŸerefsiz” dedi. AyÅŸegül de hafif aÄŸlamaklı bir ÅŸekilde hızla gözden kayboldu. Babası neden kızdı diye Gülnur’a sordum. “Abla o babası deÄŸil ki kocası” dedi. Bu kız neden bu kadar erken evlendirildi dedim. Burada böyle, evlenip babanın dayağından kurtuluruz, bu sefer de koca dayağı baÅŸlar abla dediler.
Okul gününe kadar evimin bahçesiyle ilgilendim, biraz çorak bir toprağım vardı ama olsun, heves ederek bir kaç ÅŸey diktim topraÄŸa, çıkarsa çıkar çıkmazsa da amaan dedim yani. Okulun açıldığı gün öğrenciler heyecanlı bir ÅŸekilde okula geldiler, sıralara göre sınıflara ayırdım çocukları hepsiyle tek tek ilgilendim. Gençler bilmezler, eskiden köy okullarında sıralar sadece basit tahta parçaları deÄŸildir öğretmenler için. Her sıra bir sınıfı temsil eder. Mesela birinci sınıfa birinci sınıflara, ikinci sıra ikinci sınıflara, üç, dört ve beÅŸ diye gider bu böyle. Artık ÅŸansınıza ne kadar öğrenciniz varsa o ÅŸekilde sınıfınızı tanzim etmek zorundaydınız. İlk dikkatimi çeken ÅŸey kız öğrencilerin sayısının azlığı oldu. Gidip anneleriyle görüştüğümde hepsi bir bahane uyduruyordu. Kimisi hasta hocam kız derken kimisi de hocam kız geçen sene okudu zaten bu sene neyi okuyacak diyordu. Ben gençliÄŸin verdiÄŸi ateÅŸle tabi çocukların okula gelmesi gerektiÄŸini aileler anlatıyor bazen de tartışıyorduk. Köydeki bakkal ile samimi olmuÅŸtuk, çok dedikoducu bir adamdı, ne söyleseniz hemen tüm köye yetiÅŸtiriyordu. Ben de bu adamı kullanarak köylülere bir gözdağı vermeye karar verdim. Bir gün ekmek alırken “Hasan efendi bugün Ankara’ya gideceÄŸim çok iÅŸim var çoook deyip” sızlandım. Hasan amca yemi yutmuÅŸ gözleri fal taşı açılmış bir ÅŸekilde “neyn angara mı napacan ki gızım orda” dedi. Ben de polise gideceÄŸimi köylüleri ÅŸikayet edeceÄŸimi söyledim. Yapma etme kızımlardan sonra eve gittim üstümü deÄŸiÅŸtirip ankara’ya gittim. ankara’da sinemada film izledikten sonra eve dönmek için otogara gittim ama araba kalmamıştı mecburen öğretmenevinde kaldım o gece. Bu arada planım iÅŸlemiÅŸ; köylüler toplanıp ne yapacaklarını düşünmeye baÅŸlamışlar ve neticede polis gelirse böyle bir ÅŸey olmadığını kızların başından beri okula gitmekte olduÄŸunu söylemek konusunda ağız birliÄŸi etme kararı almışlar. Köye geldiÄŸimde hemen okula gittim sınıf mevcudu kalabalıklaÅŸmıştı.
Böyle günler günleri kovaladı. Bu sırada köydeki Cemalettin benimle çok sık konuÅŸmaya çalışıyordu, bana meyli vardı ancak ben yüz vermiyordum. Bir gün muhtar evime gelip konuyu açtı, kızım Cemal bey zengindir, sende istifa eder rahat edersin dedi. Her ÅŸeyden istifa etme gibi bir ÅŸey söz konusu bile olamazdı ama Cemalettin zaten evliydi nasıl baÅŸka biriyle evlenebilirdi ki? Muhtar evli deÄŸil dini nikahlı onlar seni resmiyete alır gül gibi geçinirsiniz dedi. Hayır diyerek konuyu kapadım. Daha sonra köyün kadınlarıyla konuÅŸurken Cemalettin’in karısını sık sık dövdüğünü, kadının felç kalma nedeninin de Cemalettin’in odunla ensesine vurması yüzünden meydana geldiÄŸini anlattılar. Åžikayetçi olmadınız mı adamdan madem biliyorsanız bu olayı dedim, kadınlar çocuklar ortada mı kalsın kızım dediler. Tüm bir köy bir kadının hayatının kararmasına göz yummuÅŸtu ve herkes memnundu bu durumdan.
Bu sırada ilk dönemi bitirmiÅŸ çocuklara karnelerini vermiÅŸken ben de ara tatili ailemle geçirmek için İstanbul’a gitmek istiyordum ama yollar karla kaplıydı. O kadar çok yaÄŸmıştı ki karşıdaki evi zor seçiyorduk. Bu sırada ODTÜ’lü öğrenciler köyleri gezip köylülerin sorunlarını dinleyip not alıyorlardı. Yollar karlıyken yolları açıyor, bazı köy okullarını tamir ediyorlardı. Köylüler bu öğrencilere pek sıcak bakmıyorlardı, dinsiz bunlar deyip geçiyorlardı yanlarından. DeÄŸer verenlerden birisi de bendim, zaten yaşım gençti iyi anlaşıyorduk gelen öğrencilerle. Bana gazete dergi gibi yayınlar getiriyorlardı. Tabi bunların çoÄŸu marksist fikirleri muhteva ediyordu. Yaz gelince bu öğrencilerden bir kısmı gelip okulu boyamayı teklif ettiler ben de memnuniyetle kabul ettim.
Her ÅŸey rayına oturmaya baÅŸlamıştı ki darbe oldu. Bizim de eÄŸitimimiz yarıda kaldı çocuklarla. Pek çok komünist genç tutuklandı. Bu sıralarda Cemalettin evime gelip kapıyı çaldı. Evlenmezsem komünist olduÄŸumu ihbar edeceÄŸini söyledi. İstediÄŸini yap diyerek kapıyı yüzüne çarpıp, sinirli bir ÅŸekilde yatak odama gittim. Uyumaya çalışırken gerçekten de eder mi acaba diye düşünmekten kendimi alamıyordum, çünkü tek mesleÄŸim, elimden gelen tek ÅŸey öğretmenlikti. Bu düşüncelerle uykuya daldıktan bir süre sonra çıtırtı sesleriyle uyandım. Evimin kapısını birisi açmaya çalışıyordu. AhÅŸap kapılardan anlayanlar bileceklerdir ki kilit yerini sökerseniz kapıyı çok rahat bir ÅŸekilde açabilirsiniz. Kapıdaki çıtırtı “tınk” diye metalik bir sesle sona erdi. Kapımın kilidi düşmüştü. DehÅŸet içindeydim, hemen odamın kapısını kilitledim ve yatağımın içine geçip beklemeye baÅŸladım. Kapının kolunun yavaşça aÅŸağıya indiÄŸini görünce kalbimin çarpması da ÅŸiddetlenmiÅŸ oldu. SoÄŸuk bir ter boÄŸazımdan göğsüme doÄŸru indi, ürperdim. Sadece nefesimi duyuyordum. Kapı açılmadı ve kol yavaşça yukarı doÄŸru çıktı. Çığlık atsam mı diye düşündüm ama kimsenin duymayacağını da biliyordum çünkü evim biraz uzaktı. Pencereden kaçabilir miyim acaba diye düşündüm ama pencereye demir takılıydı. Korku içinde dakikalarca bekledim. İçeride yanan, küçük bir ateÅŸ görüyordum sadece kapının arkasından, bir de pis bir sigara kokusu geliyordu burnuma. Yataktan kalkıp kapıyı anice açıp kaçabilir miyim diye düşündüm ama cesaret edemedim. AyaÄŸa kalkıp elime bir ÅŸey alıp kendimi savunmak için kapının arkasına geçmeyi planladım fakat ayaÄŸa kalktığım anda tahtalar gıcırdadı ve içerdeki ateÅŸ söndü. Siyah karaltı kapımın önüne gelip durdu içeriye bakmaya baÅŸladı. Bir süre bekledikten sonra “kapıyı aç” dedi boÄŸuk bir ses. Hayatımda asla unutmayacağım bir sesti bu, travmamın baÅŸ kaynağıydı. Sese “kimsin ne istiyorsun?” diye cevap verdim. “Sen kapıyı aç kim olduÄŸumu göreceksin zaten” dedi. “Evimi terk etmezsen polisi arayacağım, karşında devlet memuru var farkında mısın?” dedim. İçeriden gülme sesi geldi ve karartı saÄŸa doÄŸru kayboldu, mutfaÄŸa gitmiÅŸti. Derken küçük bir mum yandı kapının altında gelen kiÅŸi bıçakla kapıyı yarmaya baÅŸlamıştı. Tahtaya saplanan her bıçak darbesi göğsüme iniyordu. AÄŸlamaktan gözlerim kan çanağına dönmüş bir ÅŸekilde yatağın kenarında asılı duran Kuran-ı Kerim’i aldım ve çaresizlik içinde okumaya baÅŸladım. GözyaÅŸlarım kitabın üstünden akan nehirler halini almıştı, bu sırada kapı açıldı ve elinde uzun bir bıçakla Cemalettin’i gördüm. Beni elimden tutup boynumdan öpmeye çalıştı, ben karşı koymak adına yatağımın baÅŸucundaki ağır metal çalar saati kafasına geçirdim. Kaçmak için tam koÅŸmaya baÅŸlayacağım sırada ayağımdan tutup çekmeye baÅŸladı. “Orspu karı! ske s*ke eÄŸlendireceksin beni bu gece” dedi. Çok güçlüydü ve ayak bileÄŸimi kırarcasına sıkıyordu. O an ay ışığının pencereden süzülen ışığının altında parlayan bıçağı gördüm ve tereddüt etmeden Cemalettin’in kaya gibi sert etine sapladım. Acı içinde vurulmuÅŸ ayı gibi bağırdı o sırada geceliÄŸimle kaçtım evden. Arkamdan gelmeye de cesaret edemedi.
Hemen evimin yakınında bulunan Sıdıka ablanın evine gittim. Kapıyı kırarcasına çaldım, kapıyı açan Sıdıka abla “kızım bu ne hal? gecenin bu saatinde ne oldu?” dedi. Ben korkudan dilim tutulmuÅŸ bir vaziyette ve üşümenin de verdiÄŸi titremeyle salona doÄŸru yürüdüm. Sıdıka ablanın kocası Davut abi de kalkmış “kızım ne oldu anlatsana hayırdır” dedi. Komiktir baÅŸta benim cin falan gördüğümü sanıp kuran okumaya baÅŸladılar, ben olayı anlatınca Davut abi “saÄŸlam bir dayağı hak ediyor, çocuklarına dua etsin” dedi. Åžikayetçi olmamam için bana da bir dolu nasihat verdiler, Davut abi’de ben konuÅŸacağım merak etme dedi. Ben o gece Sıdıka ablalarda kaldım. Ertesi gün köye jandarma geldi, Cemalettin beni onlara ÅŸikayet etmiÅŸ bu kadın dinsiz komünistin teki çocukları da dinsiz yapmaya uÄŸraşıyor demiÅŸ. Jandarmalar da evi aramışlar ve komünist yayınları bulmuÅŸlar haliyle, apar topar beni Ankara’ya götürüp sorguladılar. Kendimi bile savunamadan meslekten uzaklaÅŸtırıldım ama hapse de atılmadım. Son kalan paramla İstanbul’a döndüm babama durumları anlattım. Bir daha yanımızdan ayrılma dediler, boyun eÄŸdim.
Darbe yönetimi sona erince de görevime tekrar başlamak için babamın arkadaşı olan Suat Abiden yardım istedim. Suat Abi milli eğitim bakanlığında çalışan önemli bir bürokrattı. Bu sefer Tekirdağ merkeze atandım. Mesleğimin çoğunu da Trakya illerinde tamamladım emekli oldum. Ama o geceyi hiç unutamadım. Aynı zamanda kız çocuklarını okutmak istememelerini, fahiş fiyattan sattıkları ürünleri de unutmadım.
İşin tuhaf yanı ben evden ayrılınca benim eÅŸyalarıma Cemalettin göz koymuÅŸ. Aldığım mobilyaları güya saklama amacıyla kendi evine götürmüş ve kullanmış. Ama iÅŸte kader bu ya, çocukları büyüyüp evlendiklerinde evde yangın çıkmış Cemalettin’de o yangında kül olmuÅŸ.
Etiketler: