Agalar hayatımın bug’ını buldum, osurunca ağlıyorum yardım edin (CİDDİ)
selam beyler.
valla nerden başlasam nasıl anlatsam bilmiyorum. hayatım resmen bir kara mizah filmi senaryosuna döndü. ve başrolde benim götüm var. evet, yanlış duymadınız. GÖTÜM.
şimdi şöyle ki, bende doktorların adını koyamadığı, tıp literatüründe sadece 3-5 satırlık efsane olarak geçen, hatta loch ness canavarı kadar gerçek olduğuna inanılan bişey var. ben buna kendimce "Terminal Melankolik Gaz Sendromu" (TMGS) diyorum. doktorum ise, ki kendisi tibet'te 15 yıl boyunca yak'ların gaz çıkarma seslerinden evrenin sırrını çözmeye çalışmış çatlak bi heriftir, "Sendromus Anüs Disforikus" dedi ve omuzumu sıvazlayıp "üzgünüm evlat, bilimin bittiği yerdesin" diye ekledi. sağ ol be Hipokrat'ın torunu, çok yardımcı oldun.
olay şu:
normal bir insan, yani sizler, fırtlatma eylemini gerçekleştirdiğinizde ne olur? beyne bir sinyal gider. "oh be dünya varmış" sinyali. dopamin salgılanır, vücut gevşer, hafif bir tebessüm belirir yüzde. o anlık bir zaferdir. bedenin zaferi.
ama bende… ah bende o sinyal otobanı resmen yanlış çıkışa sapıyor. benim rektumdan beyne giden sinirler, navigasyona "mutluluk" yazınca onu "annemin terliği" diye anlayan eski kafalı bir amca gibi. sinyal, beynimdeki "oh be merkezi"ne gideceğine, yanlışlıkla hemen yan komşusu olan, hiç ışık almayan, duvarları küflü, içeride sürekli slow arabesk çalan "VAROLUŞSAL ANKSİYETE VE NİHİLİSTİK PİŞMANLIK LOBU"na düşüyor.
ve sonuç?
her bir osuruk, benim için ruhani bir çöküşün habercisi oluyor.
size yemin ederim, sesin, kokunun, sürenin falan hiç önemi yok. ister odayı sessizce terk eden, sinsi bir ajan gibi olsun; isterse de bir savaş borazanı gibi yeri göğü inletsin. sonuç hep aynı: HÜZÜN.
dün mesela, evde tek başıma film izliyorum. komedi filmi. kahkahalarla gülüyorum. tam o sırada, en doğal insanlık hallerinden biri yaşandı. minicik, masum, adeta bir kelebeğin kanat çırpışı gibi bir "pıft" sesi… saniyesinde yüzümdeki gülümseme dondu. gözlerim doldu. filmdeki başrol karakterinin aslında ne kadar yalnız olduğunu, o şakaların arkasında yatan trajediyi, setteki figüranların hayallerini ve belki de hiçbir zaman ünlü olamayacaklarını düşünmeye başladım. kumandanın pilinin bir gün biteceğini, o pillerin doğada yüzyıllarca kaybolmayacağını falan düşünüp hıçkırıklara boğuldum. komedi filmi bittiğinde ben yorganın altında cenin pozisyonunda ağlıyordum. SEBEP? BİR OSURUK.
bu yüzden hayatım kabusa döndü.
* Sosyal Hayat: Arkadaşlarım gazlı içecek içtiğinde yanımdan uzaklaşıyorum. Onlar bunu hakaret sanıyor ama aslında kendimi koruyorum. Geçenlerde bir arkadaş ortamında biri espri yaptı, herkes gülerken ben de güldüm ve o sırada olan oldu. Saniyesinde suratım düştü, uzaklara daldım ve "biliyor musunuz," dedim, "bir gün hepimiz öleceğiz ve bu anlamsız kahkahalarımız evrenin sonsuz sessizliğinde yitip gidecek." ortam buz kesti. o günden beri bana "Schopenhauer'in kayıp dölü" diyorlar.
* Aşk Hayatı: Bunu anlatırken bile içim parçalanıyor. Çok hoşlandığım bir kızla ilk buluşmamız. Çok güzel bir restorandayız. Her şey harika gidiyor. Tam o en romantik anda, sandalyeden kalkarken sessiz ama hain bir tanesi kaçtı. kimse duymadı. ama ben duydum. beynim duydu. kız bana "gözlerin çok güzel" derken benim gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. "Ne oldu?" dedi panikle. ben de kekeleyerek, "bu çatal… bu çatalın bir ailesi vardı… madenden çıkarıldı… ne acılar çekti kim bilir… biz ise onunla sadece ölü bir hayvanın etini parçalıyoruz… bu ne kadar acımasızca…" diyebildim. kız masadan kalkıp gitti. garson ise omzuma dokunup "vegan menümüz de var beyefendi" dedi. anlıyor musunuz trajediyi?
* Beslenme: hayatımdan kuru fasulyeyi, nohudu, brokoliyi, hatta soğanlı menemeni bile çıkardım. resmen lezzet sürgünü yaşıyorum. bazen sırf üzülmemek için günlerce tutuyorum. ama o zaman da içeride biriken gaz, adeta damıtılmış bir melankoliye dönüşüyor. sonra aniden bir patlama yaşandığında, etkisi 3-4 katına çıkıyor. buna da "Megaton Hüzün Bombası" diyorum. bir keresinde böyle bir patlamadan sonra üç gün boyunca sadece siyah beyaz ingmar bergman filmleri izleyip duvara bakarak ağladım.
araştırdım agalar. tarihte benden başka 3 vaka daha varmış. biri 16. yüzyılda yaşamış, saray soytarısı olan "Ağlak Pierre". adam osurdukça kralı güldüreceğine hüzünlü şiirler okumaya başlayınca zindana atılmış. diğeri 1920'lerde yaşamış sessiz sinema oyuncusu "Buster Keaton'un hüzünlü kuzeni". adamın lakabı bu. bir de geçenlerde Amazon'da bir kabilede rastlanmış. Kabile şamanı, adam osurdukça gelen ilhamla geleceği değil, geçmişteki en büyük pişmanlıkları gördüğünü söylüyormuş.
yani biz evrende dört kişiyiz. dört hüzünlü pırt kardeşi.
ne yapacağım ben ya? probiyotik denedim, yoga denedim, "gazını sev, hüznünü kucakla" diye kişisel gelişim kitapları okudum, HİÇBİR İŞE YARAMIYOR. her gün 2-3 kez, en beklenmedik anlarda, götüm yüzünden sebepsiz yere varoluşsal krize giriyorum. hayatımın en mutlu anında bile "acaba osurur muyum" diye tetikte bekliyorum.
var mı bunun bir çaresi? beynime format mı attırsam? rektumuma susturucu mu taktırsam? bi akıl verin kurban olayım… yine geliyor galiba… eyvah… şimdi de çocukken kaybettiğim misketlerim geldi aklıma… ağlıycam yine…
TL;DR: Osurunca beynimdeki mutluluk merkezi yerine hüzün merkezi tetikleniyor ve her osurukta ağır depresyona giriyorum. hayatım bitti. yardım.
Etiketler: