Lanet
Yanlış hatırlamıyorsam, bundan yaklaşık 18 yıl önceydi. Yani 16-17 yaşlarındaydım. O yaz, annem ve ben beraber Manisa'da küçük bir kasabaya yerleşmiştik. Babamın biraz şüpheli olan ölümünden sonra, babaannem ve amcalarımın annemin üstüne çok gitmeye başlamıştı. Bu yüzden, baskıdan kurtulmak için kasabaya taşınmıştık. Eskiye nazaran küçük ama mutlu bir hayatımız vardı. Annem hafta içleri kasabadaki okulda öğretmenlik yapıyor, hafta sonları ise yakınlardaki bir köyün kadınlarına bazı eğitimler veriyor ve bunlardan para kazanıyordu. Ben ise hafta sonları Ahmet abinin tamirhanesinde çalışıyordum. Orada birçok şey öğrenmiştim, ayrıca kardeşim diyebileceğim bir dost edinmiştim. Anlatacağım hikâye, tamirhanede tanıştığım ve dostum dediğim Murat A. ile yine bir kamp yaptığımız günde yaşanmaya başladı.
Murat’la kasabanın uzağındaki ormanda ilk defa kamp yapıyorduk. Bu sefer daha farklı bir yerdi (yeri malum) ve hakkında birçok söylenti vardı. Orman hakkındaki söylentiler ise şöyle: Bir akşamüstü dört yakın arkadaş motorla bu ormandan kasabaya gidiyorlarmış. Hava biraz daha kararınca yüksek sesli ağlama sesleri gelmeye başlamış. Onlar da sesleri duyunca durup nereden geldiğini anlamaya çalışmışlar fakat ses kesilmiş. Yanlış duyduklarını zannedip yollarına devam etmişler. Ormanın ortalarına doğru gelince aynı sesler tekrardan başlamış. Yine durmuşlar ancak bu sefer uzun saçlı, yırtık, kirli, beyaz elbiseli bir kadın tam arkalarında koşarak gelince hızlarını artırmışlar ama iki arkadaş motorla büyük bir ağaca çarpıp yaralanmış. Diğer ikisi ise arkadaşlarına yardım etmeden kaçmışlar, ormandan çıkana kadar da arkadaşlarının acı çığlıklarını duyarak arkalarına bakmadan kaçmışlar. İşte o kaçanlardan motoru süren ise çalıştığımız tamirhanenin sahibi Ahmet abiydi. Yaşananlardan sonra birçok kişi yaralananları aramak için ormana gitmiş fakat ne bir insan ne de motor parçalarını bulamamışlar. Bize de asla o ormana gitmememizi söylediler. Tabii biz iki kafasız onları dinlemedik ve “Ya ne olabilir en fazla?” diyerek herkesten gizli sabah vakti yola çıktık. Bizi hep kamp yaptığımız yere gittiğimizi sanıyorlardı ailelerimiz. Yanımızda çadır, birkaç araç gereç, tüfek ve Murat’ın CG motoru vardı.
Aslında bizim de ormana girmemizin sebebi anlatılanlardan etkilenmemiz ve merak etmemizdi. Neyse, gittik ormana, çadırımızı kurduk, sonra da ateş yakmak için kuru odun toplamaya çıktık. Yaklaşık 2.5 saat aralıksız yürüdük. Tabii biraz korktuğumuz için de birbirimizden ayrılmadık. Tekrardan çadırın yanına geldiğimizde çadır yerindeydi fakat yerdeki demirler sökülmüştü ve biraz dağılmıştı. Murat, “Domuz ya da köpek falandır, yeniden kuralım hadi,” dedi ve çok umursamadık. Çadırı yeniden kurduk, ateşi yaktık. Biraz dinlenmek için uzandım. O ara dalmışım, uyandığımda inceden bir kadın sesi vardı. Sanki ninni söylüyor gibiydi, sesi çok güzeldi ama anlayamadığım bir dildeydi.
Murat dedim, ses vermedi. Yine seslendim ama ses yoktu. Dışarı çıktım, etrafıma bakındım. Az ileride bir ağacın dibinde sigara içiyordu hem de öfkeli şekilde, biriyle konuşuyor gibi hareketleri vardı.
“Murat, ne yapıyorsun orada? Gelsene kardeşim,” dedim.
Bir şey demedi, bana bakmadı bile, sanki beni duymuyordu. Yanına koştum, omzundan tuttum, bir anda irkildi.
“Ne var?!” diye bağırdı.
Aklıma az önce olanlar geldi. “Sen demin bir kadın sesi duydun mu? Aynı ninni gibiydi ama anlamadığım bir dildeydi,” dedim.
“Hayır, duymadım. Anlatılanlardan korkmuşsundur,” dedi sinirli bir şekilde. Haklıydı, korkuyordum. Uyku sersemliğiyle öyle duymuş olabilirdim. Ayrıca Murat’ın az önceki hareketlerini de anlamlandıramıyordum. Sonra bir şeyler yedik. Neyse, Murat’la oturduk biraz sohbet ettik. Biraz dediğime bakmayın, üç saat konuşmuşuz. İnsan dostuyla sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyormuş hakikaten. Sanki 15 dakika gibiydi. Bu sırada Murat eski, sakin ve rahat haline geri dönmüştü. Havanın tamamen kararmasına yaklaşık 1-1.5 saat vardı. Ayaklarımız açılsın diye yürümeye karar verdik. Yine sohbet ede ede yürüdük. Çadırdan yaklaşık 600-700 metre uzaklaştık.
Uyandığımda duyduğum ninni benzeri sesi tekrar duymaya başlayınca Murat’ı durdurdum. Ona duyup duymadığını sordum.
“Yok kardeşim, ben hiçbir şey duymuyorum. İstersen geri dönelim, zaten hava iyice karardı,” dedi.
İlk önce omzumu yokladım, tüfek var mı diye… Yanımda değildi. Mecbur dönmek zorunda kaldık.
Döndüğümüzde yaktığımız kocaman ateş sönmüştü. İşin garip tarafı, küller ıslaktı. İyice korkmuştuk, bu yüzden direkt çadırın içine girip yattık. Gece boyu sürekli saçma sapan rüyalar gördüm. Birinde birileri beni kovalıyordu, diğerinde ateşin içinde yanıyorken gördüm Murat’ı. Bir ara sigara içmeye çıktım. Ormanda sadece böcek sesleri vardı ve yaşadıklarımız dışında farklı bir şey olmuyordu. Galiba hikâye bizi biraz fazla etkilemişti. Belki de Murat’la daha fazla yürümüştük ve bu sırada ateş sönmüştü. Tekrar çadıra girdim ve yattım.
Sabah olduğunda Murat yanımda yoktu. Üstüne üstlük motoru da almıştı. Beni hiç yalnız bırakmazdı oysaki. Dışarıda bağıra bağıra onu aradım ama bulamadım. En son geri dönmeye karar verirken ilerdeki büyük bir ağacın dibinde bizim motoru gördüm. Koşa koşa yanına gittim.
Murat ölmüştü. Dehşet verici bir şekildeydi. O anda üstümde ağır bir baskı ve bunalım hissettim. Sanki üstümde bir şey vardı ve beni yavaş yavaş eziyordu. Nefesim daralıyor, ciğerlerim patlayacak gibi oluyordu. Bir an etrafıma bakındım ve onu gördüm. Up uzun saçları, kirli ve yırtık elbiseli kadın önümdeydi. Daha korkunç olan tarafı onun yüzü yoktu. Sadece gözlerinin olması gereken yerde çukurlar vardı. Yüzü ve vücudu ise gri renkti. Bunlar karşısında hareket etmeyi bırakın düşünemiyorum bile. Adeta beynim kitlenmişti. En son hatırladığım gözlerim yavaş yavaş kapanırken eliyle beni işaret edip "Fi'z-zamân, şey'ü'l-yurâkibük, ve len tahrub minh" demesiydi.
Bunu sonradan araştırdım ve galiba şöyle anlamlara geliyor:
Fi'z-zamân": Zamanın içinde, zamanın içinde geçen
"şey'ü'l-yurâkibük": Senin için bir şeydir / bir şeyin görünüşüdür.
"ve len tahrub minh": Ondan asla kaçmayacaksın / ondan asla kurtulamayacaksın.
Gözlerimi açtığımda tavanı izliyordum. Kalbim deli gibi atıyordu, alnım ter içindeydi. Hızla doğruldum ve etrafıma baktım. Burası benim odam… Yatağımdaydım.
Nefes nefese kalmıştım. Ellerimi kontrol ettim, titriyordu. O anda her şeyin bir rüya olup olmadığını düşündüm ama her şey o kadar gerçekçiydi ki… Murat… Kamp… O kadın…
Ayağa kalkıp pencereden dışarı baktım. Kasabanın tanıdık sokakları, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu. Çocuklar oynuyor, dükkân sahipleri kepenklerini açıyordu. Her şey normaldi. Ama bu mümkün değildi.
Koşarak banyoya girdim ve aynaya baktım. Sol şakağımda bir yara vardı. Kan kurumuştu. Gözlerimi kocaman açtım ve aynaya yaklaşarak dikkatlice yüzümü inceledim. Eğer bu sadece bir rüyaysa, bu yara neydi?
O sırada kapı açıldı. Annem içeri girdi. Yüzünde endişeli bir ifade vardı.
— “Oğlum, iyi misin? Bir gündür yataktan çıkmadın.”
Bir gün mü?
Beynime bir bıçak saplanmış gibi hissettim. Durmadan kafam zonkluyordu. Bir anda dizlerimin bağı çözüldü ve yere düştüm. Bu zamana kadar hiç böyle ağlamamıştım. Hatırladığım her şey birkaç saat önce olmuş gibiydi ama annem bir gündür yataktan çıkmadığımı söylüyordu.
— “Murat nerede? Yaşıyor mu?” diye sordum, sesim çatallandı.
Annemin yüzü allak bullak oldu. Gözleri doldu ve derin bir nefes aldı.
— “O…Oğlum… Murat kim?”
Bölüm Sonu
(İyi bir geridönüş alırsam devam edicem.)
Yazar:
fxr390
Etiketler: