Enver paşa floodu

10 Kasım için hazırlık yapıyorduk. Anıtkabir'de Atatürk'ü anmak için tam 100.000 kişi gelmiş, bizim şiirlerimizi falan dinleyecek. Sıra bana geldiğinde "Hoş gelişler ola…" diye başladım ve herkes hep bir ağızdan bana eşlik ediyordu. Ben de milleti trollemek istediğim için devamında "Kahraman Enver Paşa" dedim ve o anda da yaklaşık 10 bin kişi de benle aynı şeyi haykırmıştı. Yuhalanmaya, taşlanmaya başlamıştım. Çok geçmeden sahneye koşmaya başladılar ve ben de hâliyle kaçmaya başladım. Kızılay meydanına kadar nefessiz bir şekilde koştum ve vatan aşkından mıdır bilmem ama 100 bin kişi de aynı şekil koşuyordu. En sonunda benim ümidim kalmamıştı ki Kızılay Meydanı da biraz kalabalıktı, "orada izimi kaybettiririm" diye düşünerekten sıvıştım fakat hilal taktiği yapmışlar meğerse. Beni ortaya almışlardı. Bir süre sözlü tartışmadan sonra M. İ. T ekipleri, pöh, jöh vb. bütün ordunun kolları oraya geldi. Onlar da yaklaşık 1 milyon kişi falandı. Beni bağladılar ve Meydanın ortasına bir giyotin kurdular. O sırada bir Enver Paşa sever 911'i aramış benim için ve helikopterle benim için gelmişlerdi. Helikopterden birisi kanca attı bana ve helikoptere çekti bir anda. Herkes şaşkındı. Yunanistan'dan Almanya'ya aktarmalı bir şekilde gidecektim. Yunanistan'da Amerikan askerleri ile bir anlaşma yaptık. "Seni bir siyasî yapacağız ve bize çalışacak, bizi olabildiğince yucelteceksin" dediler kapalı bir şekilde ve ben de bilinçli bir şekilde onayladım. 3-4 yıl boyunca Almanya'da tanınmış bir Jön Türk idim. Artık vakit gelmişti. Ekonomik krizle yüzleşen vatanda Türkler tarafindan kısa sürede çok fazla ilgi topladım. Ünilerde özgür giyim, sağlık alanında reformlar ve de dinî bir yönetim gibi vaatler ile adaylığımı ortaya koydum. Miting esnasında arkamdan "senden muhtar bile olamaz" diyen bir normie ile karşılaştım. Normie'yi yanıma aldırdım ve bir söz vermesini istedim. "Eğer ben seçilirsem kölem olacaksın, kabül mü" diye sordum. O da kabul. Malûm gün geldi, akşam olmuş ve TV'den durumu takip ediyoruz. TV'ye baktığımda ise kazandığımız görmüştüm. 2+1 evimde tam tamına 2.000 kişi vardı ve herkes sevinçten bağırmaya, zıplamaya başladı. Ev yerle bir olmuştu. Hafızamı kaybetmiştim, ormana kaçtım ve ayı gibi yaşamaya başlamıştım. Birkaç ay sonra aklım başıma geldi ve şehire indim. Başkanlık sarayına doğru ilerledim ve geldiğimde ise ne göreyim? Bana "senden muhtar bile olmaz" diye haykıran normie koltukta oturuyor. Ben de "kalsana ulan babamın koltuğundan!" diye bağırarak koltuktan onu ittim ve ben oturdum. O gün beni iple bağlayan adam ise odamızı bastı (meğer onu da koruması yapmış). "Odamı terk edin!" diye bağırdım ve yalnız bırakıldım. Sarayın balkonuna çıktım ve ekonomik reformları açıkladım. Bu reformların ardından 1 milyarlık bir turist ülkeye akın etti. 1 yılda vatanın ekonomisini ilk 5'e kadar çıkarttım. Vatan kısa sürede 5'e bölündü. Dıj güçler işlemi tamamladığımı, "artık geri kalan hayatın boyunca özgürsün" dedi ve o günden sonra Norveç'te sıradan bir insan olarak hayatımı sürdürmeye başlamıştım ki birisi kapıyı çaldı. Kapıyı açar açmaz kafama çuval geçirildi ve bayıltıldım. Uyandığımda o normie ile karşı karşıyaydım. Nerede olduğumu, ne zamandır baygın olduğunu bilmiyordum ve meraklı bir şekilde bu soruları kendisine yönelttim. "Burası Afsutur(Afgan-suriye-turkiye) devleti" dedi ve şaşırmıştım çünkü Anıtkabir'deydim. Yani her şeyin başladığı yerde ve vatanda 3. sınıf bir vatandaş statüsünde idi mensup olduğum millet. Dışarıya çıktığımda ise değişik olan tek şey etraftaki insanların renkleri ve dilleri idi. Ekonomi berbat olmuştu. 1 dolar 10 TL. olmuş, yolsuzluktan yoksulluğa… her şeyden var idi. Tüm milletleri Seyhu'l iślæm adı verilen bir zat kontrol ediyordu ve o normie'ye bağlı idi. Çarşıdaki bir esnafa "hangi gündeyiz, hangi aydayız" diye sordum ve Arapça "ne diyorsun be kâfir?" demişti. Diğer dükkandaki esnafa sordum ve o da "biji apo! (2x)" demişti ki yerde çökmüş olan bir dilenci ne demek istediğimi anladı ve "Abi abi, mendil alır mısın?" dedi ve "hangi gündeyiz, hangi aydayız" diye sorumu yönelttim. "Abi görmüyor musun? Her taraf 3 hilâlli yeşil bayrak. Yarın 10 Kasım, Atatürk'ü anma günü hani. Ben de bir mendil alıp oradan ayrıldım. Akşama doğru komutan kıyafetleri giyip askerîye'ye gittim. Sorun şu ki kimse bir şey çakmadı. Her neyse, yalnız kaldım ve cephaneliğe doğru yol aldım. Cephanelikten ne tür bomba varsa aldım ve askerî araca yükledim ki Tabii bunu yardım alarak yaptım. Anma töreninin Kızılay Meydanı'nda olduğunu öğrendim ve bombaları döşedim. Sabah tam 1 milyon kişi vardı ve bomba mekanizmasını mikrofona bağlamıştım. Mikrofon ses ile etkileşime geçtikten 15 saniye sonra patlamak üzere ayarlanmıştı. O an geldi ve neyi fark etsem beğenirsiniz? Bombaların arasında atom bombaları da vardı. Ben de psikolojik bir bunalımdaydım, başta stres olsam da artık o an'ı bekliyordum bir binanın çatısında. Elini mikrofonu alan kişi o normie idi. Yüzümde bir mutluluk belirmişti. 1 dakika sonrasında da bombalar patlamıştı ki bir sorun vardı. O bombaların büyük bir kısmı gaz bombası çıktı. Millet kusa kusa, sıça sıça bir yerlere dağılıyordu ve göz gözü görmüyordu. Normie, elindeki mikrofonu yere fırlattıktan sonra "güm" diye bir ses çıkageldi. Normie'nin beyni dağılmıştı. Bir kişi çatıda beni gördü ve "yakalayın" diye haykırdı. Ordu ve vatandaşlar seferber olup beni yakaladılar ve tarih tekerrür ediyordu. Tekrar bağlanmıştım ve giyotin kurulmuştu. Artık kaçış yoktu, sanırım buraya kadardı. Beni öldürdüler ve rüyamdan uyandım. Rüyamdan uyandığım zaman bugün 10 Kasım ve anma töreni için Anıtkabir'de şiir okuyacaktım. Rüyam aklımdan çıkmıyordu ve "acaba rüyamdaki şeyi yapsam mı?" dedim içimden. Rüyamdaki gibi "Kahraman Enver Paşa" diye söylüyordum şiiri ki mikrofonu elimden aldılar, kafama bir asker tarafından silah tutuldu. Bana "son arzun nedir" diye bir soru yöneltildi ve ben de "serbest kalmak" dedim. Beni 100.000 kişinin gözleri arasında serbest bıraktılar. Hâliyle son hız kaçıyorum ve durumu fark ettiler. Sonunda beni Kızılay Meydanı'nda yakaladılar ve bağladılar. Bir süre sonra giyotin kuruldu ve öldürüldüm fakat tek eksik o normieydi. Sırat köprüsü'nden geçerken de o normie ile karşılaştım. Bir süre ona baktım ve bana "Sen de kaybettin, ben de kaybettim." dedi. Ne ima ettiğini anlamaya çalışmıştım ki rüyamda ölmediğimi, bana uyuşturucu madde verildiğini ve bir süre sonra da uyuşturucu etkisiyle öldüğümü söyledi. Öfkeyle normie'nin boğazını sıkmaya başladım ve oracıkta öldü. İçimden "lan? Şimdi ne olacak" dedim ve yola devam ettim fakat aklım hâlâ o olaydaydı. Cennet ve cehennem gişelerine gelmiştim. Onun öncesinde de bir gişe vardı. Oradan bana bir bilet verildi ve oradaki tek kapıyı açmamı söyledi. Ben de "nereye gideceğim belli mi" diye yönelttim sorumu. Cevap alamadım ve kapıyı açtığımda duraksadım fakat hemen birisi tarafından itildim ve düştüm, bir daha düştüm derken döngüye girdi bu olay. Bir süre sonra 2 ayak üstüne düştüm ve yanıyordum ki uyandım. "Bu sefer gerçekten uyandım mı" diye kendime soruyorken bugünün 10 Kasım olduğunu ve de anma töreninde şiir okuyacaktım. "Bu da rüyadır" diyerekten 30. kata çıktım fakat hiçbir şey hatırlamadığımı fark ederek niçin çıktığımı düşünmeye başlamıştım ki komşunun saldırgan köpeği terasa kaçtı ve karşı karşıya kaldık. En sonunda bana koşmaya başladı ve ayağım kaydı. Gözlerimi kapamış, ölümü bekliyordum ki şişmiş bir balona çarptım, ince ve metal bir direğe saplanarak oracıkta öldüm.

Etiketler:

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3944 Toplam Flood
4304 Toplam Yorum
2529 Toplam Üye
50 Son 24 Saatte Flood

Kod e‑postana gönderildi. (24 saat geçerli)