Heh iste. Avcı eşyasını deli gibi sahiplenir deli gibi de kullanır ve eşya bi öyle bi böyle hırpalanır. İşte senin ezelden beri devam eden kafasızlığın da budur. Teşhircilik döneminde de gizemcilik dönemdeki kafasızlığının birebir tıpatıp aynısı. Nedir burdaki kafasızlık? Gizem aşklar yaşarken sevgi diye ilgi diye kendini oltaya takıyodun. Bu oltaya onu bunu eşyası yapan avcılar gelir. Sen bu avcılara dik kafalılık edince avcı ile eşyası arasında kafanın etmediği ama orda olan güçlü bağları zedelersin. Kafasızca dik kafalılık edip avcı ve eşya arasındaki duyguların sana yasak olan bilmediğin bağlarını zedelediğin zaman avcı senin anlam veremediğin acı duyar ama bu acı da sana yasaktır bu acı sana öfke olarak yansır bu kez de avcının bile değil, yıkıcı öfkesinin eşyası olursun. İşte avcıda bulduğun duygu ödüllerinin cennetinden birden bire koparılmış gibi öfke cehennemine atılırsın. Ama gene de kafasızca dik kafalılık edip sana ödüller veren avcıya onun da sende anlam veremediği bi acıdan öfkeyle sataşıp kovulduğun cennetin kucağına girmeye uğraşırsın. İşte kafasızca dik kafalılık etmenin bedeli, önce duygusal bağlar kurduğun cennetlerden cehennemlerden kopaltıla kopartıla azap gibi tiksinti cukurlarına atılıp duygularından degersizlestirilip kupkuru üzümlerle kenara atılmak, sonra? Bu duygusal bağlardan kovulmaları kopartılmaları kafasızca dik kafalılık edip yaşaya yaşaya bunun bedelini duygusal bağlar kuran yerlerinden kendini bozdurtarak ödersin. Sonra kendini kendisi olarak oltaya bile takamayan ama bedeninin parçalarını oltaya takıp gene avcıya muhtaç!
Paylaş