Güncel Floodlar En sonuncu Floodlar

Kurucu Yönetici
  • 6
Fil Necati

Şüpheli

  • 6

Ailemle İstanbul gezisinden sonra eve dönüyoruz. Zaten yolculuklardan sıkılan biriyimdir ama bu sefer baya farklı bir derecede sıkılmıştım. Yaptıkları muhabbetler insanı gerçekten bayıyordu. Kulaklıklarımı takıyorum ve ağabeyimin bulunduğu sağ taraftan dışarıya doğru bakıyorum. Gerçekten de yorucu bir gündü. İstemsizce başımı arkaya yaslıyorum. Gözlerim kendiliğinden kapanıyor.

Galiba bir kaç dakika böylece geçti. Ailem konuşmayı bıraktı. İlginç, genelde susmayı pek sevmezler. Gözlerimi yavaşça açıyorum. “N-ne b-bu bi-bir rüyamı? NOLUYOR LAN!” Araç ters dönmüş ve 4 tarafımda yangınların olduğu bir şekilde uyanıyorum. Ailem, o-onlar küle dönmüşler. Ne olduğunu anlamama rağmen hızlı bir şekilde buradan çıkmam gerektiğini biliyorum. Sol tarafımdaki yangınları söndürüp cama ulaşmak için kolumu kullanıyorum ama bunu yaparken sol kolum tutuşuyor. Bu sefer sağ kolumla söndürmeye çalışıyorum ve başarıyorum. Cama gelince ise tekmeleyerek kırmaya çalışıyorum ve bir şekilde kırıyorum. Dışarı çıkıyorum. Arabaya dönüyorum ve ne olduğunu anlayamıyorum. “KAFAYI YEMEK ÜZEREYİM AZ ÖNCE NOLDU? BU BUNLAR BİR RÜYA DEĞİL Mİ? RÜYA OLMASI GEREKİYOR.” Neden bağırıyorsam? Hiç bir anlamı yok. Zaten en fazla 10 saniye sonra bayılıyorum.

Neler olduğunu bilmiyorum. Ama etrafımda bir kaç kişi var. Aralarından genç, doktor kıyafeti giymiş biri bir şeyler söylüyor. Ne dediğini duyuyorum. “O tam aradığımız gibi biri. Bunca zamandır niye bu ilacı ve tedaviyi kullanmadan iyileştirmeye çalışıyoruz? Sadece 13 kişiye yapıldı ve sonuçlar gayet iyi. Neden bu 14 olmuyor?” Aralarında yaşlı olan kişi bir şeyler diyor ama anlamıyorum. Genç doktor rahatlamış bir şekilde bana bakıyor ve galiba, “İyi olacaksın.” diyor. İyi mi olacağım? O gördüğüm şeyden sonra nasıl iyi olmamı bekleyebilirsin? Gibi sorular beynimde yankılansa da daha fazlasını göremeden uyuyorum.

Gözüme dışarıdan güneş ışığı vuruyor. Gülümsüyorum. Bu sefer ki rüyamın gerçekten baya garip olduğunu düşünüyorum. Gözlerimi açıyorum ve her zamanki gibi odam da uyanı-uyanmıyorum. Bir hastane odasındayım. Hızlı bir şekilde ayağa kalkacağım sırada, yatağımın yanındaki sağ koluma bağlı serumlar beni engelliyor. Bir kaç saniye sonra her şeyi idrak ediyorum. Gördüğümü sandığım rüya, rüya değildi. Hepsi gerçekti. Pe-peki ailem? Onların yanması da mı gerçekti? Bunları düşünürken odaya bir hemşire geliyor. Elindekini istemsizce bırakıp koşarak doktor kıyafetli birini çağırıyor. Doktor geldiği gibi, “Günaydın” diyor. Gerçi günaydın demek için geç olduğunu düşünüyorum. Dışarıya bakarsak bu günün doğduğu an değil, battığı an. diye içimden geçirsemde adamı bozuntuya vermemek için bende günaydın diyorum. İlginç, adam bana 13 kişide kullanılan tedaviyi kullanmak isteyen kişi ve daha önce hiç karşılaşmamış olmamıza rağmen adam hakkındaki bütün bilgiler gözlerimin önüne geliyor. B-bu da ne böyle. Korkuyorum. Sanırım aklımı yitirdim. Kendisine böyle dikkatlice bakan birini görünce biraz rahatsız olmuş gibi görünüyor. Sonrasında “Nasılsın? Buraya neden geldiğini biliyor musun? Bugünün tarihini bana söyler misin?” diyor. Bende klasik bir şekilde “İyiyim” diyorum. Ne yalan ama! “Bir araba kazası hatırlıyorum. Ondan dolayı geldim galiba. Bugünün tarihi ise Nisan’ın yedisi.” Doktor ise “Anlıyorum ama bugün Nisan’ın yedisi değil. Seni buraya yatıralı üç gün oldu yani bugün Nisan’ın onu. Tarih dışında bir sıkıntı yok gibi görünüyor.” Bu adam salak mı rol mü yapıyor? Kolumun halini görmedi heralde. Aptal. İstemsizce “Ailem nasıl?” diye soruyorum. Halbuki cevabı biliyorum. Ama bunun beni üzmesi gerekiyordu. Nasılsa hiçbir şey hissetmiyorum ama karşımdaki doktorun yüzü gözle görünür bir biçimde düşüyor. “Neyse bugünlük bu kadar.” diyor ve gitmeye çalışırken arkasından söylüyorum. “Yandıklarını biliyorum. Bunun beni üzmesi gerekmez miydi? Ama hiç bir şey hissetmiyorum. Hatta umrumda bile değil. Sana ailemi sormuyorum. Neden böyle hissettiğimi soruyorum.” diyorum. Ağzımı açmadan önce bu cümle böyle değildi. Aklımdan geçenler bunlar değildi. Onlar umrumda ama neden umrumda değil dedim? Garip. Gerçekten garip. Doktor az da olsa rahatlamış bir şekilde dönüyor ve “Verdiğimiz ilaçlardan ve tedaviden dolayı olabilir. Ama şimdi bunları düşünme dinlenmene bak” diyor. Bende zaten daha fazla konuşacak halim olmadığından direk uykuya dalıyorum.

Gözlerimi açıyorum. Sanırım artık daha iyiyim. Acım neredeyse yok gibi bir şey. Uyandığım gibi odaya bir kaç kişi geliyor. Konuşuyoruz. Söylediklerine göre yatılı okulmuş ama yetimhane olduğu aşırı belli. Genç doktor -ki hala adını bilmiyorum ve onun benim adımı bildiğinide pek sanmıyorum- ilk başta buna tepki göstersede devletin adamlarına karşı bir şey diyemedi. Neden tepki gösterdiği hakkında hiçbir fikrim yok. Geldiler ve benle konuştular. Aralarından genç bir kadın “Merhaba, benim adım Serap. Yaşadığınız kaza sonucu kimliğiniz yandığı için hiç bir bilgiye sahip değiliz. İlk önce bazı küçük soruları cevaplayabilir misin? İlk olarak kaç yaşındasın, adın nedir ve herhangi bir aile büyüğün var mı?” diye sordu. Aile büyüğü mü? Neredeyse bütün akrabalarım ölü bir tek dedem hayatta ama oda huzur evinde. “Dedem dışında kimsem yok ama onda da kalamam.” Bir nefes alıyorum. Aklıma on sekiz yaşında olduğumu söylemek geldi. Böylece zorla beni yetimhaneye sokamazlardı. Ayrıca doktorda olan şeyin aynısı bu kadında da oluyordu. Bilgiler gözümün önünden geçiyordu. Daha önce karşılaştığım için fazla korkmamıştım. Ama yine de garip. “Merhaba 18 yaşındayım ve yardımınıza ihtiyacım yok. Ama geldiğiniz için teşekkür ederim.” dedim. Zaten buna kanacağını sanmıyordum. Ama yine de denemek istedim. “Yalan söylemene gerek yok yaşının en fazla 16 olduğunu görebiliyorum. Biliyorum korkuyorsun ama korkmana gerek yok. İstediğin gibi yetimhaneden çıkabilirsin. Arkadaşlarını ziyaret edebilirsin.” dedi. Arkadaşlarım mı? Gerçekçi olacaksak okulda popüler biri değilim. Hatta bu 3 günde okula gitmediğimi bir tek hocam fark etmiştir. Dert ettiğim şey bu değildi. Evime gitmek istiyordum. Eskisi gibi. Sanki bir şey değişmemiş gibi. “Tamam yalan söylemiyeceğim TC kimliğimi ezbere biliyorum. İsterseniz vereyim ordan bilgileri bulursunuz.” dedim. Büyük ihtimalle pişman olacağım ama gerçekten konuşmak istemiyorum. TC kimliğimi verdim ve bilgilerime baktılar. Bittiğinde ise “Bir kaç gün sonra görüşürüz Yusuf.” dedi. Evet benim adım Yusuf. Ama kaza olduğundan itibaren ismim dışında her şey değişmişti. Değişmesini istemiyordum ama yapacak bir şeyim yoktu. Yeni bir Yusuf olarak o kazadan doğmuştum. Bakalım yeni hayatım nasıl olacaktı.

Yetimhaneye gireli beş gün oldu. İlk üç gün gerçekten iyiydi. Dedikleri gibi istediğim zaman dışarı çıkabiliyordum, derslere girmem zorunlu değildi ve telefonum ile haberlere bakıp dış dünyadan haberim olabiliyordu. Fakat son iki gün gerçekten garip şeyler olmaya başlamıştı. İlk dijital aletleri toplamaya başladılar ve dışarı çıkmam yasaklandı. Ondan sonraki gün gazateler toplandı. Bizleri dış dünyadan soyutlamaya mı çalışıyorlar? Yoksa o üç gün de müfettiş filan mı vardı? Hiç bir fikrim yok. Ama burda eskiden olanlara da sorduğumda cidden bunlara bir anlam veremediklerini söylediler. İlk defa böyle oluyormuş. En sonunda dayanamadım ve Serap Hanım’ın odasına doğru gittim. Kapıyı tıklatacaktım ama içerden farklı bir ses geliyordu. Birkaç saniye dinleme fırsatı buldum. Özetliyecek olursak 13 kişinin bir gün içinde öldüğünden bahsediyorlardı. Neden böy- Şimdi aklıma geldi. Doktorum ben hastaneye ilk gittiğimde bana uygulanan tedavinin 13 kişide denendiği ve başarılı olduğunu söylemişti. O 13 kişi, ölen kişiler miydi? Öldülerse de bunun bizimle ne alakası vardı? Hayır bunun kurumla bir alakası tabiki de yoktu. Bunun benimle bir alakası vardı.

Bu-bunu ilk defa yaşıyorum. Bir sene önceki bir haberi hatırladım. Trafik kazası yaşayan 13 kişinin amfitaminle uyutularak ameliyat yapılmıştı. Okuduğum haberin tarihini bile hatırlıyorum. Nisan’ın onbeşi. Tam bir yıl. Ne bir gün geç, ne bir gün erken. Bana da bu ameliyattan yapıldı. Yo-yoksa bu ameliyatı olan kişilerin ömrü sadece bir yıl mı oluyor? Ha-hayır bu çok saçma bu işin içinde bir şey var. Ya da öyle olmasını istiyorum. Çünkü bir yıl gerçekten de az.

Tüm bunları düşünürken zaman algım gerçekten de değişiyor. Sanki bütün bilgiler beynimin içinden saniyede binden fazla kere geçiyor. Gerçekten de çok hızlı düşünüp bir sonuca varıyorum. Biraz korkutucu olsa da gerçekten iyi bir şey. Sanırım bu da ameliyattan sonra gelen -insanları yeni görmeme rağmen hakkında bilgi edinmem gibi- değişimlerden biri.

Ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Hala kapıyı tıklatıyım mı yoksa gideyim mi diye karar veremedim. Ama en iyisinin tıklatıp girmek olduğuna karar verdim. Tıklattım ve girdim. Duyduklarımı söyledim. Vardığım sonucu söyledim. Serap Hanımın kızacağını düşünmüştüm. Ama hayır. Gerçekten de bu kadın çok iyi bir insan.

Polisin bu durumu araştırdığını ve öğrendikleri bilgileri bana söylediler. Polislerin dediklerine göre, aşırı derecede uyuşturucu kullanımından ölmüşler ve bu tedavi fikrini ilk ortaya atan kişi tutuklanmış. Bu çok saçma. Neden kimse tam bir yıl sonra öldüklerini konuşmuyor? Bunu söylediğimde ise Serap Hanım cidden garip bir şekilde bana baktı ve “Yusuf iyi misin? Ne tam bir yılı? Bu kişilerin hepsi farklı zamanlarda ameliyat oldu.” dedi. N-Ne? Tam bir yıl önce o haberi okuduğumdan eminim. Bana başka kaynakları gösteriyorlar ve cidden bütün kaynaklar farklı zamanlarda olduklarını söylüyor. Benim dediğimi destekleyen bir kaynak bile yok. Dediğim gibi bu iş cidden çok garip. Bu işin içinden kesinlikle bir şey çıkacak. Ama şimdilik bu haberi öğrendiğimden dolayı yetimhane eski haline döndü. Bu işin peşinde olacağım. Her ne oluyorsa bulmadan bırakmıyacağım.

Yetimhaneden çıkarak Doktor Celal’in -beni amfitaminle uyutup iyileştirme fikrini ortaya atan genç doktor- yanına doğru gidiyorum. Bu olanları öğrenmek ve bana ne olacağını bilmek için. Yolda giderken zihnimden fikirler geçiyor. Ne yapmalıyım? Ge-gerçekten de bir yıl ömrüm mü var? Neden hiç bir kaynak benim dediğimi doğrulamıyor? Bütün bu insanlık daha bir yıl önceki olayı nasıl unutur? Bu kadar mı aptallar? Fakat bir sonuca ulaşamıyorum.

Sonunda hastaneye geldim. Doktor Celal için sıra aldım ve beklemeye başladım. Gelmişken hemde Elvanse -amfitaminle uyutulup ameliyat geçiren kişiler için geliştirilmiş, içinde amfitamin bulunduran ilaç- için reçetede yazdırırım diye düşünüyorum. Ne de olsa Elvanse olmadan acılarım gidemez. Bunları düşünürken sıramın bana geldiğini fark ediyorum. Kapıyı tıklatıp içeri giriyorum. Doktor Celal çok büyük bir sevinçle beni karşılıyor. Ona nasıl oluyorsa çok fazla bir şekilde güveniyorum. Kazadan önce insanlarla konuşmazdım, güvenmezdim. Ama bu adamı gördüğüm gibi güvenmeye başladım. Umarım herhangi bir şekilde güvenimi boşa çıkartmaz. Ona haberleri sordum. Herkes gibi cevaplar verdi. Hiç bir şekilde arkasını araştırmadan medyanın dediklerine inanmış bir şekilde cevap verdi. Sanırım bu dünyada tek zeki kişi benim. Keşke bu zekiliğim ilaçtan dolayı olmasaydı.

Biraz muhabbet ettik. İlacımı yazdırdım ve çıktım. Gerçekten ondan farklı bir şeyler duyacağımı düşünmüştüm. Yanılmışım. Eczaneye doğru yürüdüm ilaçlarımı aldım ve yetimhanenin yolunu tuttum. Aklıma bir şey geldi. İlacın üstünde, ilacı üreten şirketin iletişim bilgileri var. Belki de ararsam farklı bir cevap elde edebilirim. Hemen telefonumu çıkardım ve ilacın üstündeki numarayı yazdım. Evet karşıma birisi çıkmıştı. Olan olayı sordum. Bana “Ölen kişilerle bizim bir ilgimiz yok.” dedi. Garip bir şeyler hissediyorum. Ameliyatı olan herkes bu ilaçtan almıyor mu? O zaman o on üç kişi de bu ilacı alıyordu. Nasıl ölenlerle bir ilgileri olmuyor ki? Gerçekten garip bir şeyler dönüyor burada. Telefondaki kadın sorularıma cevap veriyor ama aynı zamanda hiç bir şeye cevap vermiyordu. Bazı yerlerde yalan söylediğini bile anlıyordum. Bir kaç soru sordum ve kadını sıkıştırdım. Fakat önemli olarak “Biz Alsel şirketi olarak bu olayın gerçekten büyük bir sorumsuzluktan dolayı çıktığını düşünüyoruz. Fakat bu konu halkında yapacağımız bir şey yok. Ölen kişiler o ilaçları fazla almayı seçtiler. Biz zorla ağızlarına koymadık.” bunları dedi. Herhangi bir sorun yokmuş gibi görünüyor değil mi? Kendi hatalarını kabul etmiyorlar filan. Burdaki hata Alsel şirketi. Alsel şirketi daha bir kaç ay önce yaptığı yolsuzluklardan dolayı kapatılmış bir şirket. Şirketin yöneticilerinden tut hademeleri bile şu anda hapisteler. Bunları hatırlayınca kadına “Alsel şirketi demek. Teşekkür ederim bana bir ipucu verdiniz. Siz oranın sekreteri olamazsınız, çünkü hapiste olmanız gerekirdi. Yani ağız alışkanlığı diyerek kurtulamazsınız. Bu arada ben ilacı üreten firma olan GİYA ile konuşuyorum deği-” Yüzüme kapattı. “-l mi?” Keşke cümlemi bitirmemi bekleyip karşı çıksaydı. Belki o zaman suçsuz oldukları hakkında ufak da olsa şüphe barındırırdım.

Herneyse en azından hedefimin ne olduğunu biliyorum. Sıradaki hedefim GİYA denilen şirket hakkında bilgi toplayıp, Alsel ile olan bağını ortaya çıkaracak kanıtlar bulmak. Peki nasıl mı yapacağım? Hiç bir fikrim yok ama bunu eğlenceli kılanda bu. Ne yapacağımı nasıl yapacağımı bilseydim büyük bir ihtimalle sıkılırdım. Bir şey bulduğum için gururla yoluma devam ederek yetimhaneye varıyorum.

Serap Hanım ve bir kaç yetim çocukla beraber bir pastaneye gidiyoruz. Herkes bir şeyler sipariş ediyor. Bende boş boş oturmayayım diye kahve siparişi veriyorum. Bunu neden yaptığımıza anlam veremiyorum. Şu anda benim GİYA’nın peşinde olmam gerekiyordu. Gerçi onlarda herhangi bir tepki vermediler. İki gün önce kadına açıkca bir ipucu bulduğumu söyledim. Ama nedense hala bir şey olmadı. Her şey normaldi. Onların bir tepki verip oradan bir ipucu yakalarım diye düşünmüştüm ama hayır. Herhangi bir tepki vermediler. Ya da daha yerimi bulamadılar.

Bunları düşünürken kahvem geliyor. Geldiği gibi bir kaç yudum alıyorum. Hmm gerçekten de tadı güzel. En fazla kırk saniyede kahveyi bitiriyorum. Gerçekten böyle bir kahveyi daha önce içmemiştim. İçmeyi bitirdikten beş dakika sonra garip bir şekilde öksürmeye başlıyorum. Ağzımdan da kan gelmeye başlıyor. Sanırım harekete geçmişlerdi ve kahveme zehir koymuşlardı. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Kan kusmaya başladığım gibi bir ambulans geldi. Ama biz ambulansı aramamıştık. Bu kesinlikle onların işi. Serap Hanıma Doktor Celal’i aramasını söyledim. Bir kaç saniye sonra yere yığıldım.

Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydım. Karşımda Doktor Celal duruyordu. Uyandığım gibi hemen konuşmaya başladım. “Kahvemin içindeki zehir öldürücü müydü yoksa sadece bayıltmak için kullanılanlardan biri mi?” dedim. Doktor Celal uyandığımın farkında değildi. Bunları söyleyince uyandığımı gördü ve “Nasıl hissediyorsun?” diyerek üstüme doğru geldi. Bense kendimi pek düşünmüyordum. O sırada sadece GİYA’yı düşünüyordum. “Önce soruma cevap ver.” dediğimde ise, “Sen cidden aptalın tekisin. Tüm bunları yaparak hayatınla kumar oynuyorsun farkında değil misin?” dedi. Eğer ki ne olduğunu bilemezsem bir yıllık ömrümün olacağını kabul etmek zorunda olurdum. Bu yüzden ne olursa olsun bu olayı aydınlatmam gerekiyor. Doktor Celal “Cidden o ölenleri bu kadar mı önemsiyorsun?” dedi. Bu adam hakkında kesinlikle yanılmadım. Her ne kadar iyi biri olsa da aptalın teki. Benim onları düşündüğüm filan yok. Sadece kendimi düşünüyorum. Çünkü bir yıl sonra öleceksem ona göre yaşayacağım. “Lütfen soruma cevap verir misin?” diyorum sıkıla sıkıla. Doktor Celal “Herhangi bir öldürücü şeyi yok. Bayıltmak amaçlı kullanılan basit bir ilaç.” diyor bıkkın bir şekilde. Bunu duyduğum gibi düşünmeye başlıyorum. Elimizde olanlara bakıcak olursak, bu şirket medyaya, bir ambulansa, belki birkaç doktora, gerçekten kötü oyunculara, birkaç kimyagere ve son olarak profesyonel sayılabilecek yer bulma aletlerine sahip. Belki polisi de ellerinde tutuyorlardır. Ama en önemlisi beni öldüremiyecek olmaları. Eğer öldürmek isteselerdi neden bayıltıcı ilaç kullansınlar? Burdan beni öldüremeyeceklerini, çünkü Alsel ile olan bağlarını gizlemeye ve kanıtları yok etmeye çalıştıklarını söyleyebilirim. Ben ölürsem GİYA şirketine büyük bir ihtimalle soruşturma açılacak. Böylece Alsel ile olan bağları açığa çıkacak. Bu adamlar gerçekten zeki. Beni bayıltarak kendi ambulansları ile bir yere götürüp zaman kazanacaklardı. Böylelikle kanıtları yok edebileceklerdi. Büyük ihtimalle yok ettikten sonra öldüreceklerdi. Ama ölen on üç kişi de bu ameliyatı geçirdiğine göre bu ilaçtan alıyordu. O zaman soruşturma açılmadı mı? Bunu sormam lazım. “Celal Ağabey ölen on üç kişi, hangi ilacı kullanıyordu?” Doktor Celal “Hatırlamıyorum ama seninkisini kullanmıyorlardı. Sadece ameliyatlarınız aynı.” dedi. Nasıl yani bu ameliyattan sonra başka ilaçlarda mı alabiliyorum? Ama bana seçim hakkı sunulmadan Elvanes verildi. Bunu sorduğumda ise “O diğer on üç kişi sadece trafik kazası geçirdi. Sen trafik kazası geçirdin üstüne kolun yandı. Yani diğerlerine göre acın daha fazla olduğu için, o acıları hissetmemek amacıyla amfitamin değeri daha yüksek bir ilaç olan Elvanes’i kullanıyorsun.” diye cevap verdi. Aslında haklı gibi. Acıyı azaltmak için daha fazla uyuşturucu, daha fazla uyuşturucu zekamın artması. Denklem basit.

Pek düşündüğüm gibi olmasada çok fazla bilgi elde ettim. Zamanla yarışıyorum. Hemen kalkıyorum ve asansöre yöneliyorum. Ama bekleyecek zamanım yok. Merdivenlerden koşar adım aşağı iniyorum. Merdivenlerin en sonunda bir adam ile karşılaşıyorum. Yüzünde maske var, elinde de bir bıçak. Üstüme yürüyor ve bıçağı karnıma saplıyor. S-sanırım haksızdım, be-beni öldürebilirler. Yaptığım çıkarım yanlıştı. Ben dokunulmaz değildim. Peki, bayıltıcı ilaç kullanmalarında ki amaçları neydi?

Şu anda iki seçeneğim var. İlk seçeneğim kendimi saldırganın üstüne doğru atarak maskesini çıkartmak. Tanıyacağımı sanmıyorum ama en azından yüzünü görürüm. Fakat eğer adam geri çekilir veya adamı tutamassam bıçak karnımdan daha da ileriye girer. Ölüm tehlikesi artar. İkinci seçenek ise arkaya doğru düşmek. Bıçak hala karnımda durduğu için arkaya düşersem kanın çıkışı -yer çekiminin de etkisiyle- daha zor olur böylece hayatta kalabilirim. Ama düştüğümde tekrar bıçaklayıp bıçaklamayacağını bilmiyorum. İki türlü de risk var. Ne yapmalıyım? Hayatta kalma şansını artırmak mı, yoksa soruşturmada ilerlemek mi? Aslında seçim yapmama gerek yok. İkisinide aynı zamanda kullanabilirim.

Bıçaklandığım gibi var gücümle adamın üstüne doğru düşüyorum. Adamı kollarından yakalıyorum. Bir elimle maskesini çıkartıyorum. Sarı saçlı, sakallı, boynunda bir dövme ve yüzünde bir yara izi var. Bu yüzü aklıma kazıdım. Fakat daha önemli olan şey dövme. Bu dövme yanlış hatırlamıyorsam bazı kiralık katiller veya serseriler için. Bunları düşündükten sonra omuzlarından tutup arkasındaki duvara doğru ittiriyorum. Onu iterken ki kullandığım kuvvet beni geriye doğru atıyor. Adam yalpalayarak duvara çarpıyor. Düşündüğümden fazla ses çıktı. Büyük ihtimalle tüm hastane duymuştur. Açıkca görünüyor ki adam büyük bir ikilemde kaldı. Bir adım bana doğru atıyor, diğer adımı kaçmak için geriye gidiyor. Bu şirketin ya parası yok, ya da beni gerçekten çok küçümsüyorlar. Çünkü bu adam profesyonel bir kiralık katil değil. Aksine sanki ilk göreviymiş gibi davranıyor. Bu gidip gelmenin ardından gelen güvenlik görevlilerinin bağırışları adamı kaçırıyor. Yerde gözlerim açık bir şekilde güvenlik görevlerinin gelmelerini bekliyorum.

Bıçaklanmamın ardından üç gün geçti. Bu üç günde hastanede yatmak ve polislere ifade vermekten başka bir şey yapmadım. Polislere pek fazla güvenmediğimden adamın yüzünü gördüğümü söylemedim. O şu an benim elle tutulur tek kanıtım. Onu bulup konuşturmam lazım. Zaten nerede çalıştığını -emin olmasam da- biliyorum. O dövmeyi ağabeyimin arkadaşında da gördüm. Onun nerede iş yaptığını biliyordum. Sadece oraya gidip bir ziyaret etmem gerekiyor.

Sonunda taburcu olabildim. Her ne kadar Doktor Celal bu işi bırak dese de onu dinlemeyeceğimi biliyor. Hastaneden çıkıyorum. Ağabeyimin arkadaşının çalıştığı yere doğru yürüyorum. Tahminim yarım saatte orda olacağım. Peki ne diyeceğim? Nasıl ikna edeceğim? Her şeyden önce ağabeyimin arkadaşı bana yardım edecek mi? Hiç bir fikrim yok. Oraya gitmeden bunu öğrenemeyeceğim.

Elimde bir bıçak var. Bir yolda ilerliyorum ama nereye gittiğini bilmiyorum. Saat akşam yedi sekiz arasında bir şey. Kafam her zamankinden daha güzel. Galiba ilaçtan fazla aldım. Karşımda polisler durdurmaya çalışıyor. Onları dinlemeden üstlerine doğru yürüyorum. Aralarında Doktor Celal ve Serap Hanım’da var. Polis en sonunda ateş açacaklarını söylüyor. Fakat Serap Hanım ve Doktor Celal onları durduruyor. Etrafıma bakıyorum. Bana ucubeymişim gibi bakan insanlar var. Bir dakika, ben buraya nasıl geldim? Rüyadan uyanmış gibi gözlerimi açıyorum. Deminden olanlar ve buraya nasıl geldiğim hakkında hiç bir fikrim yok. Duruyorum ve düşünmeye başlıyorum. Olan olayları hatırlamaya çalışıyorum.

Yarım saatin sonunda ağabeyimin arkadaşının çalıştığı yere ulaştım. Yanlış hatırlamıyorsam adı Tolga’ydı. Mekana girdiğim gibi etrafdakilerin dikkatini çekiyorum. Heralde küçük bir çocuğun buraya geleceğini tahmin etmemişlerdi. Tolga Ağabeyi soruyorum. Bir dakika diyip beni tabureye oturtuyorlar. Tolga Ağabey istemeye istemeye yanıma geliyor. Konuşmaya başlıyorum. “Ağabeyim öldü bunu biliyorsun değil mi? Ama gerçekte onun arkadaşı değildin. Birini öldürmek için onun arkadaşı gibiymiş davranıyordun. Kimdi o? Ben olamam heralde değil mi? Çünkü o zaman kaza olmamıştı ve öldürülecek bir özelliğim yoktu. Hedefin kimdi?” Neden merak ediyorsam? Geçmiş geçmişte kalmıştır. Benim şu an o sarışın sakallı adamı sormam gerekiyordu. Ama bilmediğim bir sebepten bu konuyu açıyorum. Tolga Ağabey “Hedefim sendin. Seni öldürmen gerekiyordu.” diyor. Ne? Ben mi? Fakat benim öyle görünür bir özelliğim yoktu. Hem neden beni öldürsünler ki? Daha da önemlisi kim beni öldürmeye çalıştı? Tolga Ağabey devam ediyor. “Ağabeyinle nerdeyse 4 5 hafta arkadaşlık kurdum ve ilk defa garip bir his vardı. Sanırım ağabeyinle kurduğum arkadaşlık diğer hedeflerimle olanlar gibi değildi. Onunla gerçekten arkadaştık. O yüzden üzülmesin diye seni öldürmedim. Aslında beni tutan kişi de senin ölmeni istemiyordu. Sadece ağır bir şekilde yaralamamı istiyordu. Nedenini bilmiyorum. Fakat sonrasında başka biri seni yaralamak için tutuldu. Kim olduğunu ve kimin bizi tuttuğunu bilmiyorum” dedi. Kafam allak bullak oldu. Taa 8-9 ay öncesinden bahsediyoruz. O zaman ki tutulan adam şimdi mi saldırdı yani. Çok saçma. “Bana 8-9 ay önce hiç kimse saldırmadı. Başka birinin tutulduğundan emin misin?” diyorum. Tolga Ağabey “Evet eminim. İstersen o kişi hakkında bir iki bilgi edinmeye çalışırım. Beni tutan hakkında da bilgi edinmeye çalışırım. Tabii ister ve güvenirsen.” dedi. Gerçekten samimi bir şekilde söylüyor. Ama neden bana yardım ediyor ki? Sanırın bunu sormalıy- Şimdi hatırladım. Ağabeyim Tolga ağabeyin hayatını kurtarmıştı. Bu sebeple hem beni yaralamaktan vazgeçmiş hem de yardım etmek istiyor olabilir. Her neyse. Buraya sarışın adamı sormaya geldim. Gördüğüm adamı tarif ediyorum ve tanıyıp tanımadığını soruyorum. Böyle bir adamı bu yerde görmediğini söylüyor. Etrafa bakacak olursak, Tolga Ağabey burada saygı duyulan biri. O böyle bir adamı tanımıyorsa büyük ihtimalle burada böyle bir adam yoktur. Elim boş bir şekilde Tolga Ağabeye teşekkür edip çıkıyorum.

Dışarıya çıktığım gibi bana saldıran adamın bir kafeteryaya girdiğini görüyorum. O mu yoksa değil mi? Diye düşünmeden o adamı takip ediyorum. Kafeteryaya girdiğimde adamın bir masada menüye baktığını görüyorum. Korkmam gerek ama hiç bir şekilde tereddüt etmeden adamın yanına gidip oturuyorum. Adam bana bakıyor. İçinde bir korku olduğu açık. Etrafta insanlar olmasına rağmen belindeki bıçağa davranıyor. Nasıl yaptım bilmiyorum ama bıçak bana deymeden elini büküp adamın boynuna saplıyorum. B-ben bir aptalım.

Hiç kimsenin yüzümü görmediğinden emin olarak dışarıya doğru koşuyorum. Arkamdan birileri kovalıyor. Ara sokaklara girerek kaçıyorum. Beni bulamayacakları bir yere geldiğimde kendime bağıra bağıra “Her şeyi kaybettim. Elle tutulur tek kanıtım olan kişiyi öldürdüm. İpin ucunu kaçırdım bununla yetinmeyip aklımıda kaçırıyorum. Sırf onları yakalamanın hırsıyla bir adam öldürdüm.” diyorum. Nefes alıyorum. Sakince düşünmeye çalışıyorum ama olmuyor. Daha demin bir katil oldum. Kendime olan büyük öfkemden geriye kalanlar ile bağırarak “Artık daha fazla fırsat olmayacakmış gibi hissediyorum. Tek çarem, sanırım bu.” diyorum ve Elvanse isimli ilacımdan zaten fazla bir şekilde almış olmama rağmen, bütün bir kutuyu bitiriyorum. Zeka patlaması yaşasam da içtiğim gibi bayılıyorum. O yaşadığım birkaç saniyelik zeka patlamasında ise planımı çoktan yapıyorum. Uyandığımda -ki eğer uyanabilirsem- neler yapacağımı biliyorum.

Şimdi hatırladım. Plana sadık olmam gerek değil mi? Etrafıma bir daha bakıyorum. Gazeteci ve muhabirler var. Bu gerçekten büyük bir haber olacak. Elimdeki bıçağı karnıma saplıyorum. Boynuma saplıyacağım sırada bir polis elimden vuruyor. Ardından üstüme geliyorlar ve beni yakalıyorlar. İlk önce hastaneye ardından da intihara teşebbüsten bir hücreye koyuyorlar. Peki planımı diğerlerine anlatmış mıydım? Umarım anlatmışımdır. Anlatmadıysam şu an bu soruşturma benim için bitmiştir. Hücreye düştüğüm gibi yaptıklarımı hatırlamaya çalışıyorum.

Bayıldığım yerde uyanıyorum. Ara sokak olduğu için geleni gideni pek yok. İlk kalkmaya çalışsam da kollarım kalkmam için çok zayıflar. Elimi telefonuma doğru götürüyorum ama orda yok. Hemen diğer cebime de bakıyorum ama orda da yok. Olay yerinde düşürmek gibi bir aptallık yapmadım umarım. Ya da kaçarken. Sonrasında ise aklıma cüzdanım geliyor. Eğer cüzdan yerindeyse benim işim burda bitmiş demektir. Elimi arka cebime atıyorum ve cüzdanımın yerine dikdörtgen bir cismi hissediyorum. Çıkartıp baktığımda kimlik kartımı -yetimhaneye gittiğim gün Serap Hanım çıkartmıştı- görüyorum. Sanırım soyuldum. Vay be hırsızında iyisi varmış demek. Yapacak bir şeyim yok. Bir kaç saat daha dinlenip öyle kalkmayı planlıyorum.

Aradan en fazla iki saat geçiyor. Zaten GİYA ve Alsel’e yeteri kadar zaman verdim. Büyük ihtimalle kanıtları yok etmişlerdir bile. O yüzden artık zamanı umursamıyorum. Polislere güvenmesem de Alsel şirketine soruşturmayı büyük bir hevesle takip eden ve cezalandırılması için büyük işler yapan Yıldız Karakolu’na doğru yol alıyorum. Umarım ordaki polisleri de bir şekilde satın almamışlardır. Şu an tek umudum bu. Ne de olsa yaptığım planda karakoldakilerin önemi büyük.

Bir saat sonra karakoldan içeri giriyorum. Girdiğim gibi kapıdakilerden birine “Acil bir durum var lütfen yetkili birini çağırır mısınız?” diyorum. İlk başta “Noldu? bize anlat.” deselerde bunu sadece yetkili birine anlatabileceğimi söylediğimde başkomiseri çağırıyorlar. Başkomisere küçük bir şantaj yaparak amire götürmesini istiyorum. Yaptığım şantaj ise karısına onu aldattığını söylemek. Peki bu sonuca nasıl mı vardım? Yüzük parmağında bir yüzük var ama o yüzüğün bulunduğu yerin dışında bembeyaz bir yer de var. Yani yüzüğünü değiştirip başka bir yüzük takıyor. Buradan yola çıkarak ve küçük de olsa kör atış yaparak karısını aldattığını öğreniyorum. Kimse evine gelen kocan seni aldatıyor mektubunu istemez değil mi? En azından kadın içinde bir şüphe barındırır ve kocasını araştırmaya başlar. Böylece aldattığını öğrenir.

Amirin odasına varıyoruz. Kapının sol tarafında Amir Ahmet yazıyor. Başkomiser kapıyı tıklatıp giriyor, ardından da ben giriyorum. Ahmet Amirin odasına girdiğimizde olduğum ameliyattan, on üç kişinin ölümünden çıkardığım sonuçlardan, GİYA ve Alsel şirketinden ve planımdan bahsediyorum. Ahmet Amir “Olduğun ameliyatı bilen ve sana kefil olabilecek biri var mı?” diye soruyor. Aklıma Serap Hanım ve Doktor Celal geliyor. İkisi arasında bir seçim yapmam gerek. Geçirdiğim ameliyatı ve aldığım ilaçları daha iyi bildiği için Doktor Celal’i seçiyorum. Hem bu olanlardan sonra zekamın arttığını söyleyip onları ikna da edebilir. Doktor Celal’in numarasını veriyorum. Ahmet Amir dışarı çıkıp konuşuyor. Aslında yanımda da konuşabilirdi ama neyse. İçeri geldiğinde ise yaptığım plana “Tamam.” diyor. Doktor Celal’in onu ikna edeceğini biliyordum.

Her zaman sadece bir tane hap alırım. Fakat kendime bıçak saplayacağım için bu seferlik dört tane alıyorum. Saat akşam yediye geliyor. Belki de bir kaç gün boyunca izleyeceğim son gün batımını izliyorum. Elime bir bıçak alıp, önümde bulunan polislere doğru uzanan yolda ilerliyorum.

Hücredeyim artık. Bu odada bir adam var. Alsel şirketinin başlarından biri. Peki neden mi hücrede? Bu karakol Alsel şirketini yakalamak için çok fazla uğraştı. Neredeyse tüm kanıtları bu karakoldakiler buldu. Bunun için devlet onu burda tutmaya izin verdi. Bir nevi onur madalyası gibi bir şey. İlk gün konuşmadık. Ama onunla bir gün konuşacağım.

Plana göre polisler her gün gelip beni öldüresiye dövmeleri gerekiyor. Nedeni ordan bir drama oluşturup buradan çıkamayacağım burda öleceğim diyerek adamın planları anlatması. Tabi oyunculuğumun iyi olması lazım. Ayrıca gerçekci olması için gerçekten her gün öldüresiye dövecekler. Normalde bir kaç gün sonra insan dayanamaz. Fakat Elvanse adlı ilacımdan dövülmeden önce iki üç tane verdikleri için pek acımıyor.

İlk gün beni alıp götürdüler. Dövülüp geri geldiğimde “Noldu? ” diye sordu. “Görmüyor musun?” diyerek ayağa kalktım. Sonrasında konuşmayı kesiyor. Biraz sert çıkmış olabilirim ama bu da planın bir parçası. Karşıdaki kişiye “İlk gün olduğu için öfkemi kontrol edemiyorum.” tarzında bir cevap veriyor. Gerçekci olması gerektiğinden bunu yapıyorum.

Galiba beş gün -ne kadar dövüldüğümü sayarak beş gün olduğunu tahmin ediyorum- oldu. En sonunda konuşmaya başladık. Neden düştün gibi soruları daha yeni sormaya başladı. Gerçekten şüpheci biri. Planlarını anlatmasını bekliyorsam baya bir uzun sürecek. Ona tamamıyle gerçekleri söyledim. GİYA şirketinden ve Alsel şirketinden bahsettim. Büyük bir ihtimalle dışardan haber alıyordur. Yalan söyleyerek güvenini kaybedemem.

On yedinci gündeyim. Yüksel -Alsel şirketinin başında ki ve şu an benle aynı hücrede olan kişi- ile baya muhabbet kurduk. Arada Alsel şirketinin planlarını sorsamda hala şüpheci davranıyor. Sanırım planlarını öğrenmek istiyorsam burada daha çok kalmam gerek.

Yirmi ikinci gündeyim. Her ne kadar Elvanes alsam da acıyı iliklerime kadar hissediyorum. Bugün Yüksel’in karşısında ağladım. Buradan asla kurtulamayacağım, beni öldürecekler, korkuyorum diye bağırmaya başladım. Yavaştan güvenmeye başladığını hissediyorum. Ama planlarını şimdi soramam.

Otuzuncu gündeyim. Bana neden düzenli bir şekilde dövülüyorsun diye sordu. Bunun hakkında bir hikaye yazmıştım. Onu anlatmaya başladım. “Ben uyuşturucu içerek acıdan kaçıyordum. Bunu polisler öğrendi. Sonrasında “Acıdan kaçmak bir şeyi değiştirmez.” diyerek dövmeye başladılar. Korkaklığımdan yararlandılar. Sanırım bir kum torbası arıyorlardı. Oda ben oldum.” diyorum. Pek inandırıcı olmasa da Yüksel halimi görünce nedenini daha fazla kurcalamadı. Acaba nasıl görünüyorum. Bir aynaya bakmak isterdim.

Kırk ellinci gündeyim. Artık planlarını anlatmaya başlıyor. On üç kişi Alsel şirketi hakkında bir gerçeği öğrenmiş. Onlarda hafızalarını kaybetmeleri için bir ilaç tasarlamışlar. Ardından bu ilacı vermek için yeni bir tedavi yöntemi bulmuş gibi göstermişler. O on üç kişiye bir kaza gerçekleştirip bu ameliyata sokmuşlar. Ardından hafızalarını kaybetselerde bir kaçı ilaçları almayı reddedip tekrardan hafızalarına kavuşmuşlar. Ondan sonra da Alsel şirketi hakkında soruşturma açılmış. Tabii bunların hiç biri medyaya böyle lanse edilmedi. Ardından GİYA diye yeni bir şirket açmışlar. Şirketi açtıktan sonra kimsenin kullanamayacağı düzeyde amfitaminli ilaç üretip satmışlar. Sanırım bu ilaç Elvanse. Bu ilaca bağımlı kişiler türemiş. Bu bağımlılardan ise o on üç kişiyi aynı zamanlarda uyuşturucudan öldürmelerini söylemişler. Neden diye sorduğumda “Doktor o on üç kişiyi tam anlamıyla uyuşturucuya bağımlı hale getiremedi. Bu yüzden onun ceza alması için böylr bir şey yaptık.” dedi. Ardından da on üç kişinin öldüğü olay olmuş. Bir sürü farklı sorum var. Neden yeteneklikerden değilde, keşlerden on üç kişiyi öldürmeyi istediler gibi. Ama sorsam büyük ihtimalle şüphe çekerim. Hem o kadarda önemli değil. Çoğu yeri anlattı. Zaten dinleme cihazı da kaydetti. Ama bu kadar yetmez. Daha bana saldıran kişiyi bilmiyorum.

Kırk sekizinci gündeyim. Bana saldıranı sordum. Bana saldıran kişi, on üç kişiyi öldüren keşlerden biriymiş. Şirkete geldiğinde beni duymuş. Ardından ben bu adamı öldürürsem bana daha çok hap verirler gibi bir düşünceye girip bana saldırmış. Yani haklıydım. Beni öldüremezlerdi. Haklı çıktığımda gerçekten keyif alıyorum. Her ne kadar gerektiğini düşünmesemde merağıma yenik düşerek “Neden yetenekli katillerden değilde, keşlerden on üç kişiyi öldürmeyi istediniz?” diye soruyorum. Cevabı ise gerçekten basitmiş. Yetenekli katiller birden fazla kişiyi öldürecekleri zaman bir kontrat imzalanıyormuş. Kontrat imzalanırken nereden bir katil tutuyorsan şahit olarak oraya üye herkese haber veriliyormuş. Aslında umrumda değil ama “Peki her bir kişi için bir katil tutsanız olmaz mıydı?” diye soruyorum. Ona da “Eğer birden fazla katili tutarsan yine kontrat imzalanıyor.” diye cevap verdi. Planım iyi gitti. Bir sonraki dayak atılacak saate kadar bekliyorum. Polisler geldiğinde ise artık gerek yok diyorum ve dinleme cihazını veriyorum. Yüksel arkadan “Noluyor lan?” diyor. Gerçekten de oyunculuğum onu etkilemiş olmalı.

Çıktığımda Doktor Celal’in yanına götürüyorlar. Sonunda yüzüme bakabiliyorum. Yüzüm tamamıyla kurumuş kanla, şişlikler ve morluklarla kaplı. Tamamıyle iyileşmemin en az yirmi bir gün süreceğini söylüyor. Ama benim aklımda olan o değil. Ben bu ilacı bırakmak istiyorum. Bu ilaç beni katil yaptı, üstüne herkesin korkacağı bir planı yaptırdı. Yetmezmiş gibi korku ve insani duygularımı da elimden alıyor. Bu ilaç beni insanlıktan çıkarıyor. Doktor Celal’e amfitamin değeri düşük ilaçlardan istiyorum dediğimde, “Sen ciddi misin? Diğer ilaçları acını bu kadar hafifletmez.” diyor. Acıya katlanabilirim. Ama bu halime katlanamam. Tekrar insan olmak istiyorum. O yüzden “Ne olursa olsun. Ben bu ilaçtan daha fazla istemiyorum. Hem GİYA şirketi de yakalandığına göre Elvanse artık üretilmeyecek. Başka bir şeye geçmenin şimdi tam sırası.” diyorum. Doktor Celal karşı çıksa da fazlaca ısrar sonucu “Tamam.” diyor.

Sonunda her şey eskisine döndü. Eski okuluma gidiyorum. Yetimhanede değil ailemin evinde tek başıma kalıyorum. Okuldan sonra garsonluk yaparak para kazanıyorum. Fazla acı çeksem de yavaştan bu acıya da alışıyorum. Sonunda iyi şeyler benim de başıma geliyor. “İyiye giden bir şey yok.” diyor arkamdan bir ses. Dönüyorum Tolga Ağabey’i görüyorum. “Sanırım bir şeyler buldum. Bir bilim adamı seni denek olarak kullanacakmış. O yüzden yaralanmanı istedi.” diyor. Artık umrumda değil. Zaten yakalanan doktordur diye düşünüyorum . Tolga Ağabeye “Teşekkür ederim ama artık ilgilenmiyorum. Zaten bunu bana yapmaya çalışan kişi tutuklu. Daha çok bakınmana gerek yok.” diyorum. Başka bir şey demeden gidiyor. Her şey artık daha iyi.

Alarm çalıyor. Gözlerimi hafif hafif aralıyorum. Yanımdaki saate basıp alarmı durduruyorum. Okula gitmek için hazırlanıyorum. Kahvaltımı yapmak için yumurta kaynatıyorum. Kalan parama bakıyorum ve sadece elli liramın kaldığını görüyorum. Sanırım bu ayda istediğim kitabı alamayacağım. Çoğu kişinin adını bile duymadığı “Paradokya” isimli bir kitap. Gerçekten şu an istediğim tek şey o. Sırt çantamı alıp eczaneye doğru gidiyorum. Kalan paramı ilaçlarım için harcıyorum. Çantama ilaçları atıp okulun yolunu tutuyorum.

Sonunda okula gelebildim. Kazadan önce olduğu gibi arkadaşsızım. Burda neredeyse iki ay boyunca okuyorum ama beni tanıyan bir kişi bile yok. Zaten umrumda da değil ama insanı az da olsun üzüyor. Ne de olsa duygularım var artık. Bu yanlızlıktan dolayı sıkılıyorum. Bazen bunalıma bile giriyorum. Arada Elvanse’yi özlediğim bile oluyor ama hayır. O ilacı görmek bile istemiyorum. Sınıfıma doğru gidiyorum.

Her zaman olduğu gibi sırama geçiyorum. Kafamı sırama koyuyorum ve beklemeye başlıyorum. Arkamdan bir ses bana sesleniyor. Kafamı kaldırıp baktığımda ise Melisa’yı görüyorum. Melisa sarı saçlı, yeşil gözlü, ince ruhlu, iyi bir insan. Döndüğüm gibi “Noldu?” diyorum. Melisa ilk bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açıyor, sonrasında yüzünü kızgın yapmaya çalışarak “Sende bize bir şey söylemiyorsun. Hocamız olmasa doğum günün olduğunun farkında bile olmayacağız.” diyor. Aklım tamamıyle karışık. “Bugün benim doğum günüm mü? Biz derken kimden bahsediyor? Ayrıca neden benim doğum günümle bu kadar ilgili?” gibi sorular beynimde yankılanıyor. Ayrıca Melisa ile sadece merhabalaşıyoruz. Arkadaşım bile değil. Geçiştirmek için “A-aa şey biz sadece ailemle beraber kutlayacaktık. O yüzden kimseye haber vermedim.” diyorum. Kendimden bahsetmeyi pek sevmiyorum. Hızlıca konuşmayı bitirmek için terslesem de, Melisa “Hmm şey o zaman ben sana hediyeni şimdi vereyim.” diyor. H-hediye mi? İlk defa biri bana hediye mi alıyor. Tamam ailem alıyordu ama ilk defa ailemden olmayan biri bana hediye mi almış, vay be. Herneyse. Bunu kabul edemem diyip hediyeye bakmadan geri veriyorum. Biraz uğraşsa da en sonunda “İyi tamam.” diyip yerine geçiyor.

İlk ders kimya. Dersi işliyoruz ve zil çalıyor. Herkes gibi bende dışarı hava almaya çıkıyorum. Etraf her zaman ki aptal insanlarla dolu. Her ne kadar böyle düşünmek istemesemde hepsi aptal. Ardından okulun girişinin orda bir şeylerin olduğunu görüyorum. Yedi sekiz tane silahlı kişiler, güvenlik görevlisini alt edip içeri giriyor. Havaya ateş açıyorlar. Herkes yere yatıyor. Noluyor lan burda? Çok geçmeden herkesi konferans salonuna topluyorlar.

Hepsi maskeli ve silahlı. İçlerinden biri “Evet şimdi noluyor diye soracaksınız. Fakat aranızdan biri zaten nolduğunu biliyor. Buraya bir kişi için geldik. Sanırım o kişi kim olduğunu biliyordur. Alsel ve GİYA şirketini bir şekilde çökertmiş biri.” diyor. B-benden bahsediyorlar. Ama bu imkansız. Medya da olan tüm haberler silindi. Polis teşkilatı bile benimle ilgili dosyaları gözümün önünde yaktı. Yani bu ülke için aslında yok gibi bir şeyim. Her şeyi geçtim okuduğum okulu nasıl buldular. Sonrasında “Eğer ortaya çıkarsa o kişi hiç birinize zarar gelmeyecek. Ama çıkan kişinin yanlış kişi olduğunu anlarsak ona yapacağımız şeyler ölümden bile beter olur. Anladınız mı?” diyor. Korkuyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Bunun bir rüya olmasını diliyorum. Fakat değil. Ben ne kadar kaçsam da bu geçmişin beni bulacağını biliyordum. Sanırım buraya kadarmış. Az da olsa eski hayatıma dönmek beni mutlu etti. Ayağa kalkıyorum ve “Sanırım beni arıyorsunuz.” diyorum. Tüm okul bana doğru bakıyor. Silahlarını bana doğrultuklarını hissediyorum. Ölmeye hazırım. Konuşmayı yapan kişi “Gel bakalım. Gerçekten de o musun?” diyor. Bağırarak “Alsel şirketini kendimi hapse attırarak yakalattım. Hatta orda kendimi ölesiye dövdürttüm. Yüksel Bey gerçekten de aptalmış. Kırk sekiz günde bana her şeyi anlattı.” diyorum. Sanırım artık benim olduğumdan emin olabilirler. “Hayır ikna olmadım. Belki birisi sana anlatmıştır. Onun dediklerini diyorsundur. Bunun yüzünden senin o olduğuna emin olmak için bir soru soracağım. Bilirsen ne güzel. Arkadaşların için kendini feda edersin. Ama bilemezsen tüm arkadaşların ölmüş olur. Sadece sen hayatta kalırsın. Kabul mu?” diyor. Tabii ki de kabul değil. Elvanse’yi almıyorum artık. Soruyu çözemem. Geri adım atıyorum. “Aa korktun mu? Ama şimdi de geri çekilemezsin. Sana bunları kimin anlattığını söyle.” diyor. Artık geri dönemem. “Kabul ediyorum lütfen biraz zorlayıcı bir soru olsun. Ha bir de, belki kendimi ölümden korumak için bulamamış gibi yapacağım. Böyle olmayacağını nerden biliyorsunuz?” diyorum. Adam “Bu okulda ki herkesin yakın arkadaşını bilirim. Seninkisi de Melisa. Onun ölümünü göze alabilir misin?” diyor. Gülüyorum. Beni onun arkadaşı mı sandılar. Adam “Sana hediye alan tek kız. Ailen öldüğünden beridir ilk defa birisi sana hediye alıyor. Acaba ne aldı? Aa bak “Paradokya” isimli bir kitap. Heralde istemezsin. Çünkü kabul etmemiştin.” diyor. Ben ise “Birinin beni sevmesi, benim onu sevdiğim anlamına gelmez.” diyorum. Tabancasını Melisa’nın başına koyarak “Onu sevmediğine emin misin?” diyor. Umrumda değil ama benim yüzümdrn ölmesini göze alamam. “Tamam yalan söyledim. Sor sorunu.” diyorum. Tabancasını indirerek “Bizi kim gönderdi? Bul bakalım süren başlıyor.” diyor. Soruyu düşünüyorum. Sol kolunun orda yamalanmış bir şekilde Alsel şirketinin logosu var. Ama bu kadar basit olmaması gerekli. Bir cebinde telefon, diğerinde sigara olduğu açıkca görünüyor. Başka bir şey göremiyorum. Düşünemiyorum. Aklıma bir tek GİYA ve Alsel geliyor. Diğer adamlarda da dikkat çekici bir şey yok. “Süren bitti. Cevabın nedir?” diyor. Olmadığını bildiğim halde “Alsel.” diyorum. Adam “Gerçekten de bir aptalsın.” diyor ve silahın dipçiğiyle kafama vuruyor.

Baygın olmak ve olmamak arasındayım. Bir sürü farklı çığlık duyuyorum. Etrafın kırmızıya boyandığını görüyorum. Ölmekten beter yapacaklarını söylemişlerdi. Bana ne yapacaklar? Düşünmek gittikçe zorlaşıyor ve en sonunda bayılıyorum.

Dışardan gelen polis sireni seslerine uyanıyorum. Sesin uzaklığına bakıcak olursak beş dakikam var. Tüm okulda ölmemiş kişi olmak her insan tarafından garipsenir. Hatta bunları benim yaptığımı bile düşünebilirler. Soğuk kanlı olmalıyım. Fakat etrafa bakınca korkuyorum. Etraf tamamıyle kırmızı. Her taraf ceset dolu. Daha fazla zaman kaybedemem. Ne yapacağımı biliyorum. Sınıfıma doğru koşup çantamdan okula gelirken aldığım ilacın paketini açıyorum. Açtığım gibi tüm kutuyu bitiriyorum. Bir tane Elvanse kadar olmasada zekamı artırıyor. Aklımdan düşünceler geçiyor. En mantıklı olanı seçip işe koyuluyorum. Sınıf arkadaşlarımın çantalarından makas buluyorum. Bir bıçak darbesi olacak şekilde karnıma saplıyorum. Kanın akması için biraz da elimle vuruyorum. Bir bıçak yarası gibi olduğunda bırakıyorum. Hemen tuvaletlere gidip makası temizliyorum ve yerine bırakıyorum. En fazla yirmi saniyem kaldı. Hemen konferans salonuna gidip eski yerime yatıyorum. Polisler içeri giriyor. Teker teker bütün yerdeki cesetlere canlı mı diye bakıyorlar. Sıra bana geliyor ve nabzımın attığını görünce ambulansa kaldırıyorlar.

Ambulans ile hastaneye doğru gidiyoruz. Giderken olan olayları düşünüyorum. Bunu yapan kişiden ya da kişilerden kesinlikle intikam alacağım. Ne olursa olsun. Ama bir dakika. Okulun kamera sistemi vardı. Zaten benim yapmadığım görünecekti. Ama şimdi kendimi yaralayarak suçlu konumuna düşürdüm. Ben tam bir aptalım. Şimdi ise neden bunu yaptın sorularıyla karşılaşacağım. Neden aklıma böyle önemli bilgiler son anda geliyor? Yapacak bir şeyim yok. Plana uygun ilerleyip, kamera sisteminin saldırganlar tarafından bozulduğunu umut etmem lazım. Umarım bozmuşlardır. Tüm bunları düşünürken aklıma daha çok önemli bir şey geliyor. Ölen kişiler. Gerçekten ölen kişiler en son mu aklıma geldi? Özellikle Melisa. İşte bundan nefret ediyorum. Uyuşturucuyu fazla alınca böyle oluyor. İnsanlıktan çıkıyorum. Üzgün olmam gerekli ama üzgün değilim. Sadece bunu yapanların kim olduğunu bulmak istiyorum.

Sonunda hastaneye gelebildik. Tesadüf mü bilmem ama Doktor Celal’in hastası olarak hastaneye geldim. Doktor Celal beni bir odaya aldı. Dinlenmem gerektiğini söyleyip çıktı. Hiç geldiğime şaşırmadı. Belki de daha önceden haberi olmuştur. Bunu şimdilik bilmiyorum. Daha fazla düşünmeden Doktor Celal’in tavsiyesine uyarak dinlenmeye başlıyorum.

Gözlerimi açtığımda kendi yaramın iyileştiğini görüyorum. Doktor Celal galiba uyanmamı beklemiş. Yanımdaki koltukta oturuyor. Hemen “Ne olduğunu biliyorsun değil mi?” diye soruyorum. Başını yukarı aşağı sallayarak “Evet.” diyor. Bunu kimin yaptığını soruyorum. Fakat beklediğim gibi Doktor Celal’inde bir fikri yok. Ne yapacağımı bilmiyorum. En sonunda istemesem de aklıma gelen soruyu soruyorum. “Elvanseden hiç kaldı mı?” diyorum. Gerçekten bunu istemiyordum. Fakat garip bir duygu nedeniyle Elvanse’yi istiyorum. Sanırım intikam duygusu. Hala uyuşturucu içerikli ilaçlar aldığımdan dolayı, duygularım az da olsa gitmiş durumda. Umarım kalmadı der. Doktor Celal “Emin misin?” diyor. Neden kalmadı demedin ki? Duygularıma hakim olamayıp “Evet.” diyorum. Biraz bekle işareti yaptıktan sonra bir kutuyla dönüyor. İçinden Elvanse’yi çıkartıp yanımdaki komidine koyuyor. İstemesem de elim yavaştan Elvanse’ye gidiyor. Son bir kere daha düşündükten sonra elime alıyorum. Bundan dolayı kesinlikle pişman olacağım. Kalkıp kalkamayacağımı soruyorum. O ise istediğin zaman gidebilirsin diyor. Hemen ordan kalkıp üstüme yırtılan okul kiyafetlerimi giydikten sonra bir şey demeden gidiyorum.

Evime kadar yürüyorum. Evime ulaştığımda hala alıp almama konusunda kararsızım. Ağır ağır yukarı çıkıyorum. Kapıya geldiğimde cebimden anahtarı alıp kapıyı açıyorum. Odama doğru yöneliyorum ve yatağıma uzanıyorum. Kendime bir söz veriyorum. Sinirli bir şekilde “Bunu yapanı bulduğumda öldüreceğim. İşim bittikten sonra bir daha Elvanse’yi kullanmayacağım.” diyorum kendi kendime. Ardından elimi cebime atıp Elvanse’den bir tane içiyorum.

İçtiğim gibi dünyanın değiştiğini hissediyorum. Eskiden bu kadar etki etmiyordu. Etraf hiç bu kadar bulanık olmamıştı. Alışık olmadığımdan dolayı olabilir diye düşünüyorum ama kendimi eskiden bile daha zeki olduğumu hissediyorum. Bu ilacın içinde büyük ihtimalle eskisinden daha fazla amfitamin var. Ama neden? Neden eskisinden daha fazla amfitamin var? Üstüne içtiğim gibi çoğu şeyin farkına varıyorum. Doktor Celal’de bu ilaç nasıl var olabiliyor? Çünkü Elvanse’nin üretilmesi durduruldu. Bir de saldırıyı düzenlediklerinde benimle konuşan adam ailemin öldüğünü biliyordu. O zaman ameliyatıda biliyordur. Benim kim olduğumu çok iyi biliyor. Amaçları beni öldürmek değildi. Peki neydi? Neden bunu yaptılar? Etrafdaki renkler neden bu kadar soluk? Uyuşturucu etkisindeyim ama eskiden Elvanse aldığımda renkler daha canlı geliyordu. Şimdi her taraf bulanık ve renkler de soluk. Bu içtiğim amfitamin değil. Başka bir uyuşturucu. Peki Doktor Celal neden bunu bana verdi? Bir sürü ucu açık soru. Bunları bulmam gerekiyor. Ama plansız da hareket edemem. Sanırım Doktor Celal’e yeni şeyleri söylemiyeceğim. Belki de uzun süredir kullanmadığım için böyledir. Hala hiç bir şeye anlam veremiyorum. Geç olduğu için yatmaya karar veriyorum. Belki uyandığımda her şey düzelir.

Saat yedi de alarmım çalıyor. Okula gitmek için kalkacağım sırada aklıma saldırı geliyor. Rüya mı gerçek mi diye düşünmeye başlıyorum. Fakat sonrasında karnımdaki ağrıdan dolayı gerçek olduğunu hatırlıyorum. Hemen acıdan kurtulmak için elimi komidinin üstündeki ilaç kutusuna atıyorum. Üstünde Elvanse yazan ama Elvanse olduğuna inanmadığım ilacı içiyorum. Her ne kadar Elvanse olduğuna inanmasam bile acıları dindirmek için çok iyi bir ilaç. Ayrıca zeka mı da arttırıyor. Sanırım Elvanse’yi özlemiyeceğim. Bu ilacın verdiği zeka ve acıyı dindirmesi gerçekten zevk veriyor. Bir bağımlının, bağımlı olduğu maddeye ulaşınca verdiği zevke göre çok daha iyi. Eskiden “Elvanse’ye bağımlı değilim.” derdim ama her içtiğimde bu zevki alırdım. Şimdi ise o aldığım zevkin dört beş kat daha fazlasını alıyorum. Ayrıca bu zevki sadece ikinci içişimde alıyorum. Şimdiden bağımlı oldum sanırım. Fakat kendime verdiğim sözleri tutmam lazım. Bu saldırıyı yapanı bulduktan sonra Elvanse içmeyi keseceğim. Ben bunları düşünürken uykuya dalıyorum.

Bir kaç saat sonra uyanıyorum. Saat on bir olmuş. Üstümü değiştirip dışarı çıkmaya hazırlanırken kapım çalıyor. Kapıya doğru yöneliyorum. Delikten bakıyorum ve Ahmet Amir’i görüyorum. Kapıyı açıyorum. Ahmet Amir yüzünde bir gülümseme ile geliyor. Sanki olanlardan haberi yokmuş gibi. Ardından “Doktor Celal ile konuştum. Tekrardan Elvanse almaya başlamışsın. Seni gerçekten tebrik ederim.” diyor. Aklımdan “Tebrik etmek mi? Cidden bunu bir meziyet olarak mı görüyor?” diye düşünüyorum. Sonrasında “Bunun tebrik edilecek bir şey olduğunu pek sanmıyorum. Ne de olsa bir uyuşturucu.” diyorum. Ahmet Amir ise “Uyuşturucu diyip geçme. Bu ilacı alabilen tek kişi sensin. Sanırım çekilen acı ile uyuşturucunun kişinin beynine verdiği zarar doğru orantılı. Elvanse’yi acı çekmeyen birine verdiğimiz gibi komaya girer ve beyni büyük ölçüde hasar görür. Ama sen Elvanse’yi almana rağmen ayakta dimdik durabiliyorsun. Bu gerçekten tebrik edilmesi gereken bir şey.” diyor. Bu dedikleri zerre umrumda değil. Ne de olsa işimi bitirdikten sonra tekrardan bırakacağım. En sonunda dayanamayıp “Bunu söylemek için mi geldiniz?” diye soruyorum. Her ne kadar sorsamda neden geldiğini tahmin ediyorum. Polis teşkilatında çalışıp çözülemeyen cinayetleri çözmek için. Ahmet Amir “Tamam konuya geçeyim o zaman. Sana Elvanse’yi bırakmadan önceki teklifimi tekrardan sunmaya geldim. Gel bizimle beraber çalış. Hem alacağın para da sana özel olur. Para sıkıntısı da çekmezsin.” diyor. İçimden hayır demek geçse de dışımdan tamam diyorum. Ben ne yaptığımın farkında değilim. Sanırım bu da yeni Elvanse’nin etkilerinden biri. Ahmet Amir bu teklifi kabul ettiğime şaşırmış gibi bakıyor. Sanırım teklifi bu kadar kolay kabul edeceğimi beklemiyordu. Ardından “Tamam öyleyse. Karakolda görüşürüz.” diyip çıkıyor. Bir kaç dakika sonra ise ben de karakola gitmek için çıkıyorum.

Karakola doğru gitmek için otobüse biniyorum. Yaklaşık üç dört dakika sonra orada olacağım. Bu kısa süre içersinde duygularımı hissetmeye çalışıyorum. Fakat olmuyor. Daha dün olan içimde ki öfke gitmiş durumda. Bunun olacağını daha içmeden önce bilsemde garipsiyorum. Ben böyle olmak istemiyorum. Ama bu işi bitirene kadar böyle olmak zorundayım.

Otobüsten inip karakola doğru gidiyorum. İlk defa geldiğim için etrafta kaybolacak gibi oluyorum. Ama sonrasında Ahmet Amir beni buluyor. Odasına doğru giderken “İlk günün olduğunu biliyorum. Alışman gerek, ama öncelikle seni bir test etmemiz lazım. O yüzden katilin bulunmasının kolay olduğunu düşündüğüm bir cinayete beraber gideceğiz.” diyor. Hiç bir şey demiyorum. Zaten buraya gelirken böyle bir şey olacağını tahmin etmiştim. Odasına gittiğimizde içerde Doktor Celal’i görüyorum. Neden burada ki? Ahmet Amir, Doktor Celal ve bana bakarak “Size kötü bir haberim var. Sanırım ikinizinde tanıdığı biri dün gece öldürüldü. Telefonunda sizin numaralarınızın olduğunu gördük. Doktor Celal sizi de bu yüzden çağırdık.” diyor. Tanıdığımız biri mi? Doktor Celal şaşırmış bir şekilde “Peki ölen kim?” diye soruyor. Ahmet Amir “Kimliğinden aldığımız bilgilere göre Semra Hanım.” diyor. Semra Hanım mı? O gerçekten iyi bir insandı. Neden, kim öyle bir insanı öldürmek ister ki? Her ne kadar uyuşturucu etkisinde olsam bile içimde bir şeylerin burkulduğunu hissedebiliyorum. O ailem öldükten sonra bana anne gibi davranmıştı. İçimdeki burkukluğun verdiği hüzünle arkamı dönüp çıkmaya çalışıyorum. Arkamdan Ahmet Amir “Biliyorum zor ama senin testin bu cinayet.” diyor. Cidden bilerek mi bu cinayeti seçti? Evet. Bu cinayeti bilerek seçti. Duygularımın olup olmadığını ve varsa bu duygularımın cinayeti çözerken ne kadar etki edeceğini ölçmek istiyor. Akıllıca bir seçim. Ahmet Amir’e dönüyorum ve “Tamam o halde gidelim.” diyorum. Doktor Celal “Sakıncası yoksa ben de gelebilir miyim?” diye soruyor. Ahmet Amir karşı çıkacakmış gibi olsa da sonrasında “Tamam.” diyor. Doktor Celal, Ahmet Amir, bir polis memuru ve ben. Cinayetin olduğu yere doğru arabayla gitmeye başlıyoruz.

Sonunda geldik. Sanırım burası Sema Hanım’ın yaşadığı yer. Anahtar ile ana kapıyı açtıktan sonra iki kat yukarı çıkıyoruz. Sonra bir kapının önünde duruyoruz. Ahmet Amir ilk önce polis girilmez şeritlerini kaldırıp elinde ki anahtar ile kapıyı açıyor. İçeriye giriyoruz. Sema Hanım’ın cesedi hala yerde. Sanırım cinayet yerini bozmak istememişler. İçeri giriyoruz. Ahmet Amir “Evet gördüğün gibi. Bir iple boğulmuş, elindeki telefonda 155 yazılmış ama aranmamış, kapıda herhangi bir zorlama yok, her şey yerli yerinde, herhangi bir şey çalınmış gibi durmuyor, kamera kayıtlarında kocasının en son girdiği gözüküyor, ondan başka kimse girmemiş ve komşular kavga sesleri duyduğunu söylüyor, ölüm saati ile adamın çıkma saati birbirine çok yakın. Bu yüzden en büyük şüphelimiz o.” diyor. Doktor Celal “Açıkca bir şekilde bu cinayeti o işlemiş değil mi Yusuf? Büyük ihtimalle o. Neden tutuklamadınız ki?” diyor. Bir şeyler fark ediyorum. Ama adını tam olarak koyamıyorum. Doktor Celal neden böyle konuşuyor ki? Ahmet Amir “Yani pek emin olamıyorum bir şeyler eksikmiş gibi. Bu yüzden Yusuf’a sormanın gerektiğini düşündüm.” diyor. Doktor Celal “Saçmalama Yusuf’da kesin olarak Sema Hanım’ın kocası diye düşünüyor. Değil mi?” diyip bana dönüyor. Bende “Evet büyük ihtimalle o. Fakat pencerenin çerçevesi sanırım soyulmuş gibi bir şey. Ona herhangi bir anlam getiremedim.” diyorum. Doktor Celal “O kadar da kompleks düşünmeye gerek yok. Sema Hanım’ın kocası kesinlikle katil.” diyor. Bu adam manipüle etmeye çalışıyor. İlk başlarda da garip olduğunu düşünmüştüm ama şu an tam anlamıyla eminim. Peki neden manipüle etme gereği duyuyor ki? Bu işin içinde bir iş var. Ama sanırım manipüle edilmiş gibi davranacağım. Ahmet Amir “Şurda bir kasa var ama bir türlü açamadık. Zor kullanırsak içindeki belgelerin hasar görmesinden korkuyoruz. Bir de sen baksan. Belki önemli bir şey buluruz.” diyor. Hemen kasanın yanına gidip şifreyi bulmaya çalışıyorum. 1-4-7-9 tuşları deforme olmuş. Kaç haneli olduğunu öğrenmek için 0’a basıyorum ve dört kere basınca şifre yanlış diye uyarı verdiğini görüyorum. Yani dört haneli bir şifre. Bütün olasılıkları teker teker deniyorum ve bir kaç dakika sonra şifreyi buluyorum. Şifre 4971 çıkıyor. Sanırım bir anlamı yok. İçinden bir sürü farklı belge çıkıyor. Bu belgeleri alıp yanımdaki masaya bırakıyorum.

Bıraktığım gibi dışardan bağırşlar yükseliyor. Herkes pencerenin yanına gidip dışarı bakıyor. Dışarda ki çöp konteynırı yanmış durumda. Çöp konteynırı bizim olduğumuz binaya yakın olduğu için yanma riski yüksek. Mahalleli su taşıyıp söndürmeye çalışıyor. Bizde yardım etmeye çıkıyoruz. Merdivenlerin orda arkamdan bir ses geldiğini duyuyoeum. Kağıt hışırtıları. Biri daha demin çıkarttığım belgeleri karıştırıyor. Hmm keşke kendini bu kadar belli etmeseydin. Ama amacın nedir? Bunu bulmam lazım. O yüzden şimdilik salağa yatacağım.

Beş ya da on dakika içinde ateşi söndürüyoruz. Söndürdüğümüz gibi Ahmet Amir’e katilin Sema Hanım’ın kocası olduğunu söylüyorum. Biliyorum o katil değil. Ama gerçek katilin amacını öğrenmem lazım.

Cinayet mahalinden ayrılıp karakola doğru gidiyoruz. Giderken Ahmet Amir telefonla polisler ile konuşup Sema Hanım’ın kocasını sorgu odasına aldırdı. Sanırım sorguya ben gireceğim. Kavganın sebebini ve neler yaşandığını sorduktan sonra gerçekten katil olup olmadığını Ahmet Amir’e söylemem lazım. Büyük ihtimalle katil o değil ama yine de onun olduğunu söyliyeceğim. Çünkü gerçek katilin amacını öğrenmem lazım.

Ben bunları düşünürken karakola geliyoruz. Kapıdan girip sorgu odalarının olduğu kata çıkıyoruz. Kapıya geldiğimiz gibi kimseyi dinlemeden içeri giriyorum. Masada oturan adamın karşısına geçip “Katilin sen olduğuna neredeyse eminiz. Şu an tek kelimem ile seni içeri attırabilirim. O yüzden bunun bilincinde ol ve bütün sorularıma doğru dürüst cevap verdiğinden emin ol. Tamam mı?” diyorum. Adam kafasını evet anlamında sallıyor. “Pekala neden kavga ettiniz? Olay nasıl yaşandı?” diyorum. Adam bana bakıp “Bunları zaten anlatmıştı-” diyecekken sözünü kesip “Bana anlatmadın. Her şeyi tekrardan dinlemek istiyorum.” diyorum. Adam “Peki öyleyse. Telefonuma bir kaç mesaj geldi. Karımla ilgili. Fotoğraflar filan gönderdiler. İşte bende bu yüzden oraya gittim. Sadece biraz tartıştık. Sonrasında çıktım gittim. Vallaha ben bir şey yapmadım. Elimi bile sürmedim. Ben karıma bir fiske dahi atmam.” dedi. Ardından “Bak bu önemli bir şey. Oda da herhangi bir şeyi birbirinizin üstüne attınız mı? Yani kavga ederken bir şeyler kırıldı mı?” diyorum. Adam “H-hayır. Hiçbir şey kırılmadı. Ya komiserim ben cidden hiç bir şey yapmadım. Ben karımı çok severdim.” diyor. Tam anlamıyla ikna oldum. Bu adam kesinlikle katil değil. Ama bir kaç gün cezaevinde kalacak. “Tamam öyleyse.” diyip çıkıyorum. Ahmet Amir’e bu mesajları atanın numarasını bulup bulmadıklarını soruyorum. Ahmet Amir “Yok adam bir kere kullanıp hattı kapatmış. Verdiği adres boş. Verdiği isimle kayıtlı bir insan bile yok.” diyor. Sanırım bu numaradan ilerleyemem. O zaman çalınan belgeden ilerlerim. Ahmet Amir’e “Tamam bu adamı bir kaç gün tutun. Başka ipucu filan çıkarsa ararsınız.” diyorum ve dışarı doğru ilerliyorum. İlerlerken aklıma okulun kamera kayıtları geliyor. Üstüne hiç konuşulmadı büyük ihtimalle bozmuşlardır. Ama yine de sormakta fayda var. Geldiğim yoldan geri dönüp Ahmet Amir’i buluyorum. “Ya benim yeni aklıma geldi. Sen bu okul olayını biliyor musun?” diyorum. Ahmet Amir üzüntülü bir biçimde “Ya canını daha çok sıkmak istemediğim için bilmiyormuş gibi yaptım. Yanlış mı yaptım bilmiyorum. Affet.” diyor. “Ya tamam sen rahat ol kırılmadım sana zaten. Aslında sormak istediğim şey kamera kayıtları. Çalışıyor mu onlar?” diyorum. Ahmet Amir “En son adamların içeri girişini çekiyor. Sonrası yok.” diyor. Rahatladım ama bunu dışardan belli etmemem lazım. Kafamı dertliymiş gibi sallayıp tekrar çıkışa gidiyorum. Çıkışa geldiğimde belgeyi çaldığını düşündüğüm Doktor Celal’in hastanesine doğru gitmeye başlıyorum.

Hastanenin önüne vardığım gibi içeri girip Doktor Celal’in odasına doğru gidiyorum. Doktor Celal’in odasını bulup içeri giriyorum. İçerde Doktor Celal bir hastasıyla konuşuyor. Bende ses etmeden Doktor Celal’in karşısındaki küçük odaya geçip işinin bitmesini bekliyorum. Beklerken biraz odayı araştırsamda belgeyi bulamıyorum. Sanırım kendi masasında veya bir kasanın içinde. Beş dakika sonra adamın işi bitiyor ve ana odaya giriyorum. “Rahatsız ettiysem kusura bakma.” diyorum. Doktor Celal “Yo yo önemli değil. Ee noldu niye geldin?” diyor. “Ne bileyim, azıcık konuşmanın iyi gelecrğini düşündüm.” diyorum. Doktor Celal telefonuna gelen mesaja bakarak “Ya gelmişsin ama benim ufak bir işim çıktı.” diyor. “A tamam önemli değil. İşini halledince gelirsin.” diyorum. Kafasını sallayıp dışarı çıkıyor. Aslında oyalama işini yapması için birini tutmam lazımdı. Ama bugün pazar olduğu için hastanelerde çok az doktor var. Yani tüm doktorlar şu an yoğun. O yüzden gerek duymadım ve şimdi de haklı olduğumu gördüm. Her neyse şu an belgeyi bulmam lazım. Ayağa kalkıp masadaki çekmeceleri teker teker araştırıyorum. Her hangi bir şey çıkmıyor. Masanın arkasındaki dolaplara bakınca bir kasa buluyorum. Büyük ihtimalle bunun içinde. Ama şifre? Tuşlara bakınca sadece “Tamam” tuşu deforme olmuş. Bu biraz garip. Diğer tuşlara neredeyse hiç basılmamış. Acaba şifre hiçbir şey mi? Tamam tuşuna basıyorum ve kasa açılıyor. Cidden mi şifre yok mu? Bu beni bile şaşırttı açıkcası. Kasanın içine bakınca iki belge görüyorum. Bunlardan hangisinin Sema Hanım’ın evinde olduğunu bilmediğim için ikisinidealıp okumaya başlıyorum. Birisi bir hastayla ilgili, sanırım çözülememiş. Bu dosya sanırım Doktor Celal’in çözemediği tek vaka. Bu yüzden buna takmış olabilir. O yüzdrn bu dosyayı olduğu yere bırakıp diğerine bakıyorum. Bu belge ise bir suikastçı kontratı. Altı kişiyi bir iş için tutmuş. Gün ve saate bakılacaksa okul olayından sonra işleri bitmiş. Doktor Celal umarım o saldırıyı sen yapmamışsındır. Odayı toplayıp ve belgeyi cebime tıkıştırıp dışarı doğru gidiyorum. Dışarda Doktor Celal’i görüyorum. “Ben çıkıyorum.” diyorum. Doktor Celal’de arkasını dönmeden “Tamam tamam benim işim uzun sürer zaten.” diyor. Dışarı çıkıp evime doğru yürüyorum.

Eve sonunda gelebildim. İçeri giriyorum ve daha detaylı bir biçimde kontrata bakıyorum. Neden? Neden altı tane suikastçı tutuyor ki? Benim okuluma saldıranlarda altı kişiydi. Bizimle konuşan üç kişi vardı. Diğer üçünden biri ana kapının ordaydı. Diğer ikisi ise konferans salonunun kapısındaydı. Bu tesadüf olamaz. Sanırım Tolga Ağabeyime gitmem gerek. O böyle işleri daha iyi bilir. Ama şu an saat gece bir olduğundan uyusam daha iyi olur.

Telefon sesine uyanıyorum. Arayan Ahmet Amir. Açıyorum ve hemen şu soruyla karşı karşıya kalıyorum “Katil kim? Birisini tutuklamam lazım. Şimdi söyle katil cidden Sema Hanım’ın kocası mı?”. “Evet tüm ipuçları onu gösteriyor. Mahkemeye çıkarabilirsiniz.” diyorum ve telefonu kapatıyorum. Hemen üstümü değiştirip Tolga Ağabeyimin olduğu mekana doğru gidiyorum.

Tolga Ağabeyle mekanın dışında karşılıyoruz. Selamlaşıp nasılsın, ne yapıyorsun faslı bittikten sonra gelme sebebimi söylüyorum. Tolga Ağabey “Sen umursamıyorum demiştin ama beni tutan hakkında ben biraz daha araştırma yaptım. Sen tutuklanan doktor demiştin ama o değilmiş. Sanırım ismi Celal’miş.” diyor. Celal? Doktor Celal’mi? İşte bu yeterli bir kanıt. Peki neden? Neden beni almak için bir sürü çocuğu öldürttü? Başka birini bulabilirdi ama o ısrarla beni istedi. Amacı neydi? Bunları yüzyüze konuşacağız. Yapacağım şeyi buldum. “Peki neden bana söylemedin?” diyorum ama cevabıda biliyorum. Tolga Ağabey “Uğraşmak istemediğini söylemiştin.” diyor. “Her şey için teşekkür ederim.” diyorum ve kalkıyorum. Ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Hemen Doktor Celal’in hastanesine doğru gidiyorum.

Hastaneye vardığım gibi Doktor Celal’in odasına gidiyorum. Doktor Celal’e Ahmet Amir’in bizi yanına çağırdığını söylüyorum. Acilmiş diye de ekliyorum. Şaşırmış bir biçimde tamam diyor ve hastaneden izin alıp geliyor. Arabasına biniyoruz. Hemen karakola gitmek için arabayı çalıştırıyor. Bir kaç dakika sonra durmasını istiyorum. En yakın benzinlikte duruyor. Durduğu zaman kafasına vurup onu bayıltıyorum. Kameraların görmediğinden bir kere daha emin olduktan sonra Doktor Celal’i arka koltuklara atıyorum ve üstünü örtmek için bagajdan örtü tarzı bir şey alıyorum. Arabanın camları filmli olduğu için dışardakiler bizi göremiyor. Hemen sürücü koltuğuna geçiyorum. Fakat küçük bir sorun var. Daha yaşımdan dolayı nasıl kullanılır bilmiyorum. Ama sanırım deneme yanılmayla bulacağım. Bir iki dakika boyunca pedallara rastgele basıp ne işe yaradıklarını öğreniyorum. Etrafdaki insanlar arada gelip ne yapıyorsun diye sorduklarında “Babamın arabasını kullanmaya çalışıyorum.” diyorum. Doktor Celal’in üstünü bir örtüyle kapattığım için kimse onu görmüyor. Onlarda işte şu pedal gaz, şu pedal fren tarzında yardım ettiklerinden beş altı dakika sonra sürmeye başlıyorum. Gideceğimiz yere normal bir sürücü yarım saatte gider. Sanırım ben bir saatte filan orda olacağım.

İstediğim yere sonunda geldik. Doktor Celal’i büyük tepelerden birine çıkartıyorum. Burası karlı tepelerin bol bulunduğu şehirden baya uzak bir nokta. Neresi olduğunu bende tam bilmiyorum. Ama yukarıya çıkmak zorluyor. Sanırım yarım saat sonunda istediğim yere varıyorum. Doktor Celal’i uyandırmak için tokat atıyorum. Uyandığında “Noluyor?” diyip doğrulmaya çalışıyor. “Yaptığın şeylerin cezasını çekeceksin. Neden benim okuluma saldırdın ki? Her ne kadar orda kötü hissetsemde, en azından bir şeyler hissedebiliyordum. Şu an ki halime bak. En küçüğünden en büyüğüne hiç bir şey hissedemiyorum. Neden bunu yaptığına dair çıkarımlarım var. Ama senden dinlemek istiyorum. Şimdi söyle neden ben ve neden birisini Elvanse’ye bağımlı yapmaya çalışıyorsun? Senin amacın nedir?” diyorum. Doktor Celal “Seni Elvanse’ye bağımlı yapmak gibi bir niyetim yoktu. Fakat benim ürettiğim ve şu an içtiğin Elvanse’yi çoğu kişi içemiyor. Fiziksel acı çekmesi ve uyuşturucu içmeye yatkın birisi lazım. Yani senin gibi birisi. Neden mi Elvanse’ye bağımlı birisinin olması lazım? Hemen açıklayayım. Polis ile ben bir anlaşma yaptık. Onlara bu uyuşturucuyu içen zeki birisini vermem lazımdı. Böylece çözemedikleri vakaları çözeceklerdi. Olay bundan ibaret.” diyor. “Yani sırf kendi iyiliğiniz için 15 yaşında bir çocuğun okul hayatını bitirdiniz. Hatta okuldaki herkesi öldürdünüz. Bunlar nasıl polisler?” diyorum. Doktor Celal “Ahmet Amir’in yaptığım şeyden haberi yok. Yani polisleri suçlaman gereksiz.” diyor. “Onları savunmana gerek yok. Zaten seni buraya getirerek gözümü karartmışım. Sana burda ne yapacağımı biliyor musun? Öldürmem için yalvaracaksın. Ama ben seni öldürmeyeceğim. Doğa seni öldürecek.” diyorum ve kıyafetlerini elimle parçalamaya çalışıyorum. Bu soğukta kıyafetsiz durmak ölmeye yeter. Doktor Celal “Ben bu işe başlamadan önce ölmeye hazırdım. Merak etme korkmuyorum. Fakat yaşarsam senin adını vereceğime emin olabilirsin. O yüzden dua et ki öleyim. Bu arada sen yalan söylüyorsun. Hiç bir şey hissetmiyorum diyorsun. Şu an ise Melisa’nın intikamını almaya çalışıyorsun. Yoksa Melisa’yı seviyor musun? Okuldakileri zaten önemsemiyordun. O yüzden okuldakilerin intikamını alıyorum diyerek kendini kandırma. Sen sadece Melisanın intikamını almaya çalışıyorsun. Son bir şey söyleyeyim. Ahmet Amir’in verdiği teklifte ilacı kullanacak kişinin rızası ve her hangi bir şekilde ilacı içmek için zorlamamak lazımdı. Yani dediğim gibi Ahmet Amir kötü birisi değil. Ondan intikam almaya çalışma.” diyor. “Beni neden bu kadar önemsiyorsun ki? Sema Hanım’ı öldürmüş tüm okulun canına kıymış biri neden Ahmet Amir’den intikam alma diyor ki? Hem buna intikam demiyorum. Kendime verdiğim sözü tutuyorum. Yani merak etme hiç bir şey hissetmediğim için Ahmet Amir’e saldırmayacağım. Ayrıca Melisa’nın senin tutuğun kişilerden biri olduğunu çok iyi biliyorum. Benim hakkımda çok fazla bilgiye sahipti. Üstelik istediğim kitabı da doğru tuturmuştu. İlk defa ilacı içtiğimde bunu fark etmiştim. Yaşarsan zaten benim adımı ver. Ona bir şey demem. Ama bak bakalım sana inanıyorlar mı?” diyorum ve cebimden iki tane Elvanse çıkarıyorum. Doktor Celal’in ağzını zorla açıp elimdeki Elvanseleri yutturmaya çalışıyorum. Yuttuğu gibi bayılıyor. “Artık sen bir uyuşturucu uyuşturucu bağımlısısın. Hiç kimse senin ne dediğini takmaz. Buraya gelen polisler ise intihar olduğunu düşünecekler. Aa bir de intihar mektubu yazalım değil mi?” diyorum ve cebimden kağıt çıkarıyorum. Doktor Celal’in ceketinin cebindeki kalemlerden birini alıp yazmaya başlıyorum. Doktor Celal’in yaptığı tüm şeylerden bahsediyorum. “Pişman olduğum için intihar ediyorum.” tarzında küçük bir not da bırakıp mektubu bitiriyorum. Artık bitti. Kendime verdiğim sözü tuttum. Ama doktor Celal’e yaşaması içni son bir şans vereceğim. Onun işlediği cinayeti Ahmet Amir’e anlatacağım. Böylece onu bulmaya çalışacaklar. En fazla iki gün sonra bulunur. Yaşama şansı yüzde altmış. Arabayı orda bırakıp karakola yürümeye başlıyorum. Bu yürüyüş büyük ihtimalle altı saat sürecek.
Sonunda karakola varıyorum. Ahmet Amir’in odasının bulunduğu kata çıkıyorum. Ahmet Amir’in kapısına geliyorum, odasına giriyorum ve “Sema Hanım’ın kocasını serbest bırakın.” diyorum. Ahmet Amir şaşırarak “Onun olduğundan emindin. Noldu da onu serbest bırakmak istiyorsun?” diye soruyor. Yüzümde alaycı bir gülümseme ile “Hayır o tamamen suçsuzdu. Gerçek suçluyu da biliyorum. Sema Hanım’ı öldüren Doktor Celal. Elimde bir sürü kanıt var. İsterseniz anlatabilirim.” diyorum. Ahmet Amir “Pekala dinliyorum.” diyor. Derin bir nefes alarak anlatmaya başlıyorum. “İlk olarak kocasının temiz olduğunu sonrasında neden Doktor Celal’in suçlu olduğunu açıklayayım. Kocasını sorguladığımda kendisine gelen karısıyla ilgili mesajlardan bahsetti. Bunu biz kavga için bir sebep olarak değerlendirdik. Zaten bu mesajları gönderen kişi yani Doktor Celal de bunun böyle olmasını istiyordu. Sema Hanım kamerada gözüktüğü gibi bir kaç belge ile evine girdi. Ardından kocası girip kavga sesleri duyuldu. Fakat kavga olmasına rağmen evde her şey yerli yerindeydi. Bu biraz saçma değil mi? Bir kaç saat sonra polisler arandı. Polisler içeri girdi ve kamera kayıtlarına bakarak en güçlü şüphelinin Sema Hanım’ın kocası olduğunu söyledi. Fakat siz bunun böyle olmadığını biliyordunuz. Bir şeyler eksikmiş gibi hissettiğiniz için beni de çağırdınız. Ama benim Doktor Celal ile birlikte kocasının katil olduğunu söyleyince bize inandınız ve adamı içeri attınız. Benim size söylemediğim küçük bir şey vardı. Doktor Celal hepimizi manipüle etmeye çalışıyordu. Konuşma stiline ve cümlelerinde ki kelimelere bakarak bunu çok rahat bir şekilde görebiliriz. Bu yüzden size Sema Hanım’ın kocasının katil olduğunu söyledim. Doktor Celal’in bütün planlarını öğrenmek için. Sema Hanım’ın telefonundan 155’i yazıp, arayamamasından devam edeyim. Sema Hanım, Doktor Celal’in planını öğrendi ve bir belge ele geçirdi. Bunu hemen polise haber vermek istedi. Ama sizin telefon numaranız Sema Hanım’da yoktu. Bu yüzden 155’i aramak istedi ama Doktor Celal telefonu elinden aldı ve boğarak öldürdü. Doktor Celal’in içeri nasıl girdiğini soracak olursanız. Pencerenin ordaki garip iz derim. Sanırım Sema Hanım’ın boğduğu halatı ilk önce tırmanmak için kullandı. Böylelikle girişteki kameraya yakalanmadı. Peki biz belgeyi görmedik derseniz, size yangını hatırlatmak isterim. Hatırlarsanız olay yerini incelerken bir yangın olmuştu. Yangında neredeyse hepimiz camdan dışarı bakıp dışarı çıkmıştık. Bir kişi hariç. Doktor Celal arkamızda kalmıştı. Ben merdivenlerden gelirken sizin kasadan çıkarttığım belgelerden hışırtı sesleri duydum. Doktor Celal belgelerin içinden bir şey alıyordu. O belge de işte burda.” diyorum ve belgeyi uzatıyorum. Ardından “Herhangi bir sorunuz var mı?” diye soruyorum. Ahmet Amir “Sema Hanım elinde belgeyle geldiyse ve bunu bize haber vermek istiyoesa neden kasaya koydu?” diye soruyor. Cevap olarak “Sema Hanım dikkatli birisi. O belgenin kıymetli olduğunu çok iyi biliyordu. Başına bir şey gelmemesi içni fotoğrafını çekip kasaya kaldırdı. Bunları pencerenin ordan izleyen Doktor Celal fotoğrafı sildi. Ama kasanın şifresini bulamadı. O yüzden bizimle geldi. Yangınıda onun ayarladığını düşünüyorum. Böylece belgeyi oradan alabildi.” diyorum. Ahmet Amir “Tamma bu kadarı yeterli. Zaten belgeyi de bulmuşsun.” diyor. Bende “Tamamdır o zaman. Doktor Celal’i yakalarsınız umarım.” diyorum ve odadan çıkıyorum.

Doktor Celal’i bulmaları en az bir gün sürecek. Yakalanırsa sadece bir kişinin cinayetini organize etmekten dolayı hüküm giyecek. Ama ben yakalanmadan önce donarak öleceğine inanıyorum. Her ne kadar yaşama şansı %60 olsa da.

Aradan iki gün geçiyor. Ahmet Amir, telefonla beni arıyor. Doktor Celal’i bulduklarını ama donarak öldüğünü söylüyor. Otopside midesinden benim içirdiğim uyuşturucu maddenin çıktığından dolayı intihar diyerek dosyayı kapatıyorlarmış. Nihayet yediği haltların cezasını çekti. Bazen gerçekten de etrafımdaki insanların benim gibi olmamalarına seviniyorum.

Artık her şey açığa çıktığına göre Elvanse’yi bırakabilirim diye düşünüyorum. Ama artık çok geç. O kadar çok bu ilaçtan içtim ki bırakmayı düşünürken bile elim otomatik olarak bir tane daha hap alıyor ve ağzıma götürüyor. Umursamıyorum. Belki de insan tanımını yanlış yaptım. İnsan belki de duyguları olan varlık değildir. İnsan zekası diğer canlılardan yüksek olan varlıktır. Evet. Artık yeni insan tanımım bu. Eğer insan olmak istiyorsam Elvanse’den içmeliyim. Sonunda doğru yolu buldum. Belki de yanlış yolu? Bunu kim bilebilir ki?

Cevap eklemek için giriş yapmalısınız.