Ben ergenliğimin başından beri çok kitap okuyan biriyimdir. Dolasıyla bı kitap okuma alışkanlığım kafamda soru işaretleri bırakmıştır, bunun en büyük soru işareti din hakkındadır. Bu yüzden ergenliğim tamamen Ateist bir şekilde inançsızca geçmiştir. Soğuk yağmurlu bir sonbahar günü fazla ıslanmamak için bir yere girmiştim. Girdiğim yer bir kilise idi. “20-30 dakika kalır, yağmur dinince de giderim.” diye düşünüyordum. Ancak fikrim tamamen değişti. Uzun kapalı sarı neredeyse turuncu rengi saçları ve mavi gözleriyle beyaz elbisesi içinde melek gibi parıldayan kurtuluşum kiliseye girdiğimde bana bakıp “Hoşgeldiniz!” demişti. Güzelliği ile mest olmuştum. Kekeleyerek cevap verebildim. Gülümseyerek bana bakıyordu. Cevap vermem gerekiyormuş gibi hissedip tamamen doğaçlama bir şekilde “ Hrıstiyanlığı öğrenmek istiyorum.” dedim, amacım Hrıstiyanlığı öğrenmek değildi sadece pembe dudaklarından şefkatli sesini duymak istedim. Yine gülümseyerek benle oturmayı teklif etti ve tabii ki kabul edip bana Ortodoksluğu anlatmaya başladı. Neden katolik olduğunu ve neden doğru yol olduğunu anlatmaya çalışırken arsız gözlerim sadece rahibemin saflığı üzerindeydi. Bana incilini verip okumamı ve geri getirmemi istedi. Okumam için kendi incilini vermişti. Kırmızı deri kaplı ve altın işlemeli idi. Kitaba bayılmıştım. Aldığım ilk gün neredeyse bitiricektim. Hızımı alamamış hemen okuyup onunla konuşmak istiyordum. Bir hafta boyunca evime kapanıp sadece incil okumuştım. Neredeyse ezberliyecektim. Bir hafta bittiğinde hemen kiliseye doğru yola koyuldum. İçeri girdiğimde tek başına loş ışıkta narin parmaklarıyla piyano çalıyordu. İlk başta rahatsız etmeden sadece onu dinledim. Chopin çalıyordu ve hayatımda Chopin’i hiç böyle dinlememiştim. Kilisenin yankısıyla harika bir hava katıyordu. Beni farkedince yavaştan bitirmeye başladı. Bitirince yanıma geldi ve “Hrıstiyanlığı nasıl buldun, inanıyor musun?” diye sordu. O an sanki o soruya değil de bana evlilik teklifi etmiş gibiydi, red etmel sadece aptalların işiydi. Tabii ki kabul edip önünde diz çöküp Babamıza ve oğluna dualarımı edip bağlılığımı tüm içtenliğimle bildirdim. Rahibem sevindi ve bana “Seninle hiç tanışmadık. Ben Maria, Rum göçmeniyim.” dedi. Ben de kendimi tanıttım. Böyle bir güzelliğin Türk olması beklenemezdi zaten. Bana Hrıstiyan olduğum için hediye verme yükümlülüğü hissetmiş olsa gerek ki bana hoşgeldin hediyesi olarak gümüş haç vermişti. Öperek hemen boynuma geçirdim. Sonrasında duygularıma hakim olamayıp halihazırda dizüstü çökmüşken ona duygularımı açtım ve sayesinde Hrıstiyanlığı öğreterek yıllarca içimde büyümüş boşluğu kapattığını söyledim. Beni kabul etmişti ve bunu farkettiğimde hemen çıkma teklifi sunmuştum. Gülümseyerek kabul etmişti. Cumartesi buluşmam vardı. En güzel şekilde hazırlanıp harika bir gün geçirmiştim. İnançlı bir olarak bana her pazar kiliseye gelip ibadet yapmamı söyledi. Eğer bir günümü meleğimle ibadet yapmaya harcayacaksam ne güzel gündür o öyle! O an kararımı vermiştim. Bu kızla evlencek kadar ilerlemek istemiştim. Zaman ilerledikçe pazar günleri dışında bile kilise gidiyordum. Hem ibadetimi yaparken hem de Maryamın piyanosunu dinliyordum. İlişkimiz ilerledikçe beraber incil okuyor, birbirmize oyun amaçla ayetler soruyorduk. Yavaş yavaş sevgili olmaya başlamıştık. Bana her sabah “Günaydın” yazıp içimi inanç ve mutlulukla dolduruyordu. Her günümü onunla geçirip tatlı sesini duyup vaktimi en güzel şekilde harcıyordum. Sürekli “Rahibem!” diye sesleniyordum.Kendisinin de hoşuna gidip utanıyordu. Ahh o kızarmış yüzü ne kadar da tatlıydı! Bana piyano çalmayı öğretmeye çalışiyordu ve fazla uğraştırmadan hemen öğrenip ilk gördüğümde çaldığı Chopin’i çalmıştım.Fiziksel temaslarımız da zamanla artıyordu. Eskiden sadece en fazla ufak sarılmalar ve kısa el tutuşmaları yaparken artık resmen beni yastığı yerine koymuş bana yaslanıp incilini okuyor. Ben ise saçlarıyla oynayıp meleğimi izliyordum. Hayatıma ilaç gibi gelmişti. Varoluşsal krizlerimi, yalnızlığımı, mutsuzluğu, umutsuzluğumu tamamen götürmüştü. Bunları düşünürken ne kadar çok sevdiğimi hatırlamıştı. Gördüğüm ilk andan beri aşık olduğum kadın yanımdaydı. Böyle düşünmek onun memelerine hafiften dokunmamı şevklendirdi. Bunu farkedince elime hafif bir tokat atıp üzgün ve kısık bir ses tonuyla “Burada olmaz!” diyince şehvet içerikli eylemlerimden tamamen vazgeçmiştim. Yaklaşık 4-5 gün sonra beni kendi evine davet etmişti. İlk başta tamamen sıradan kahve içip dizi izleyeceğimiz sıradan bir buluşma sancıal kadar masumca ve arınmış bir şekilde olacağını düşünmüştüm. Evine ilk defa girmiştim, önceden sürekli benim evime gelir ve birlikte vakit geçirirdik. İlk girdiğimde beni İsa portresi karşılamıştı. Evin girişinde çok güzel gözüküyordu. Salona aldığında gayet şık ve mütevazı idi. Duvarda “Son akşam yemeği” altın işlemeli çerçevesiyle son kalite bir tablo vardı. Kahveleri getirdi ve ufak bir sohbet yaptıktan sonra bana önceden memesine ellemeye çalıştığımda reddettiğinden dolayı özür diledi. Özür olarak da şu an elleyebileceğimi söyledi. Üstünü çıkarmaya başlamıştı. Bembeyaz süt gibi teninde ufak ama sevimli her zaman dokunmak isteyeceğim bir çift meme duruyordu. Sanki babamız ellemem için yaratmış gibi bir çekicilik etrafa saçılıyordu. Dakika ellerdikten sonra tatlı sesler çıkarıp beni daha da baştan çıkarıyordu. Sonra dudaklarına yapışıp sevişme faslına geçmiştik. İncecik ve pembe dudaklarını yarın yokmuş gibi tüm aşkımla öpüyordum. Sonsuza kadar sürmesini isteyeceğim bir hazdı. Daha önce hiçbir kızda hissetmediğim hisleri bana yaşatıyordu. Saatlerce seviştik. Yorgunluk bitap düşmüş bir halde birbirmize sarılıyorduk. Tatlı sesiyle benimle fısıldışarak konuşuyordu. Chopin, Beethoven, Haydn gibi asla dinlemekten sıkılmayacağım sesler çıkarıyordu. Mutluluktan neredeyse havaya uçmuştum. Tek dilek hakkımın ne kdar açgözlü ve bencilce olsa da bu anlarımın sonsuza dek sürmesini isterdim. İlişkimiz böyle aylarca devam etmişti. İlişkimiz eskisine kıyasla daha hararetliydi. Erdemli ve iyi yürekli narin meleğimi böylesine baştan çıkardığım için kendimi şeytan gibi hissedip son derece pişmanlık duysam da nafile onsuz bir gününmü bile düşünemiyordum. Mutluluğumu böylesine zirvesinde, ona sarılırken yaşıyor iken kötü haberi aldım. Her şeyin bir bedeli vardı. Bana sonsuz mutluluğu veren Tanrım’a borcumu ödüyordum. Biricik aşkım vatanına geri dönüyordu. Bunu söylediğinde tamamen şoke oldum, kendime gelemedim. Ne düşündüğümü şu an bile hatırlamıyorum. Tamamen boş bir zihin, onun yumuşacık bedenine sarıldığımı bile unutmuştum. Kıyafetlerimi giyip dışarı çıktım. Tüm gün durmadan sahillerde yürüdüm. Yorulmuyordum. Gün çoktan batmıştı. Ancak sabah eve girebilmiştim. Eve girer girmez kendimş yatağa atıp saatlerce ağladım. Sonraki gün kendime gelip gerçek olamaz diye düşündüm. Hemen kiliseyi ziyaret ettim. O kulağıma hoş gelen müzik yoktu. Tamamen sessizlikti. Kilise bomboştu. Yürüdükçe kürsüde bana verdiği incili gördüm. Boş olan kilisede o incili görünce her şeyi anladım ve derin sessizlik ağlayışlarımla sükunet bozuldu
Paylaş