Güncel Floodlar En sonuncu Floodlar

Kurucu Yönetici
  • 0
Fil Necati

Her gün bir hikaye #1

  • 0

Küçükken ilkokulda oynadığımız bir oyun vardı. Adı mor menekşe. Oyun on-yirmi kişi oynandığı için o kadar çocuğu sadece okul teneffüslerinde toplayabilirdik. Sekizer onar kişilik iki grup karşılıklı geçer, her grup el ele tutuşup bir zincir oluşturur. Sonra da bir grup diğerine bağırır: “Mor menekşe menekşe, bizden size kim düşe?” Diğer grup da soruyu soran gruptan bir isim seçer. Oyunun amacı biraz vahşidir. Adı seçilen çocuk diğer gruba koşa koşa gider ve gözüne kestirdiği bir noktadan el ele tutuşanları ayırmaya, başka bir deyişle zinciri kırmaya çalışır. Eğer başarırsa kırdığı zincirin halkalarından birini kendi grubuna götürür. Yok eğer başaramazsa, kendisi de o zincire katılır, dahil edilir, asimile olur…
Siz, büyük aklınızla düşündüğünüzde bu oyunun gayet sıkıcı olduğunun farkına hemen varabilirsiniz. Çünkü bir noktadan sonra hep aynı kişilerin adı söylenmeye başlar, yani en güçsüzlerin. Zaten o yüzden bu oyun sadece bir ilkokul oyunudur. Bir iki hafta önce, evimin balkonunda oturmuş aşağıda oynayan çocukları seyrediyordum. Evet, benim çocukluğumun üzerinden on küsur yıl geçti ama çocuklar hala aynı oyunları oynayıp aynı şekilde eğleniyorlar, hatta aynı salakça sebepler yüzünden kavga ediyorlar: “Kızlar daha güzeldir bi kere!” “Hayır, erkekler daha güçlüdür!”
Oynadıkları oyunun mor menekşe olduğunu fark edene kadar o oyunun varlığını çoktaan unutmuştum. Kötü anılarımı tarihe gömmüştüm. Kötü anılar, çünkü ben de ‘adı devamlı söylenen’ güçsüz çocuklardan biriydim. O kadar önemli değil mi diyorsunuz? Siz, bir çocuk için ‘güçsüz, fındık fıstık, leblebi’ sınıfına konmak ne demektir bilir misiniz? Nasıl silinmeyen bir aşağılık kompleksi yarattığını, ve dünyayı yok etmeyi amaçlayan ruh hastalarının da böyle çocukluklarının olduğunu? Seri katiller, tecavüzcüler, sapıklar, takım elbiseli haydutlar, dansöz döven türkücüler, hepsinin çocukluklarına bir bakın bakalım ne bulacaksınız…
Yarım saat boyunca çocukların oyunlarını seyrettim. Tam yirmi kez aynı çocuk; bir o gruptan, bir öteki gruptan çağırıldı durdu. Sadece ‘zayıf çocuk’ olduğunun bilincinde olması yeterli değilmiş gibi bir de aşağılamalar, dalga geçmeler, yavşak suratlar, karı sesi çıkaran erkekler… Fanatizmin doğduğu yaş. Hangimiz oyunlarına müdahale edip, bunun sadece bir oyun olduğunu söyleme hakkına sahibiz? Galatasaray Avrupa’da yenilince siz Fenerliler kıçınıza kına yakmıyor musunuz? Veya tam tersi… Elli yaşındaki adam daha fark edememiş sporun bir oyun olduğunu, sekiz dokuz yaşındaki çocuklar mı fark edecek?
Oyunun sonlarına doğru çocuk bir o yana bir bu yana koşarken gözlerinden yaş geldiğini gördüm. Bir kez bile zinciri kıramadı. En sonunda oyun bitti. Herkes evine dağıldı. Sadece o ufaklık, park etmiş arabaların arasındaki oyun sahasının ortasında oturdu. Hiçbir şey yapmadan yeri seyrediyordu. Omzuna dokunan eli hissetti. İrkilerek arkasına döndü. O el benim elimdi. “Sana öğreticem.” dedim. Bana kimse öğretmemişti. Ben kendim çalışıp başarmıştım. Ama o çocuğun acil yardıma ve bir rehbere ihtiyacı vardı. Bu oyunu hatırlamaktan nefret ediyordum, ama neden nefret ettiğimi, neden hatırlamamam gerektiğini hatırlayamıyordum. Sonuçta o oyun bana güçlü olmayı öğretmişti.
Ertesi sabah ona söylediğim saatte, sabah erkenden çıkmaz aralığa geldi. Ona bildiğim her şeyi öğrettim. “Nefes al.” “Dengede dur.” Denge çok önemliydi. Vurması gereken yer, bilek değil, dirsek bölgesiydi. Ayrıca koşmanın hiçbir faydası olmadığını öğrettim ona. “Gözlerini kapat. Sakinleş, şimdi bir anda gözünün önüne seninle dalga geçenleri getir.” Bende işe yaramıştı, onda da yaramalıydı. “Zincirden bir adım geride duracaksın, sonra aniden ileri sıçrayıp yumruğu vuracaksın. Kolunu vücuduna sabitle. Bütün kasların gevşek olmalı. Kendini kasarsan sadece kolunu kullanırsın, ama kasmazsan… tüm vücudunu.” Aradan iki hafta geçti. Her gün geldi, çünkü bazı şeyler canına tak etmişti. Bunun ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
İki hafta boyunca bir kez bile onlarla oynamamıştı. Ama o gün, artık oynama zamanı gelmişti. O gün ufaklığın hayatı sonsuza kadar değişecekti. Ben onun hayatında bir kırılma yaratıp onu alternatif geleceğine doğru yönlendirmiştim. Arkadaş çevresi, sevgilileri, gideceği üniversite, seçeceği meslek, hepsi değişecekti, ama o bunun farkında olamayacak kadar küçüktü. Takımlar seçilirken, yine en son o seçilmişti, ama ilk defa bundan rahatsızlık duymuyordu. İlk önce kendi grupları karşı taraftan bir oyuncu çağırdı. Rakip oyuncu zinciri kırdı ve ufaklığın grubundan, onun çok beğendiği küçük bir kızı alıp gitti. Şimdi sıra ondaydı. “Mor menekşe, menekşe, bizden size kim düşe?” Hep birlikte ufaklığın adını bağırdı karşı grup. Ufaklık, sakin bir şekilde yürüyerek karşıya gitti. İri yarı, şişman, toraman, gürbüz, bilmemne çocuğun yanında durdu. İki tane ayı yan yana, iki güçlü el birbirine kenetlenmişti. Direkt en zordan başlaması beni gururlandırmıştı tabi. Toraman çocuk bizim ufaklığın niyetini anlayınca bastı kahkahayı. ‘Sen kiiiim, bizi ayırmak kiim’ diye düşündü içinden. Ama yine de işi sağlama almak için yanındaki iki nolu ayının elinden sıkı sıkı tuttu. Her zamanki yavşak suratını yaptı, karı gibi sesiyle gülmeye başladı. Ufaklığın gözleri kapalıydı, sadece kahkahayı duyabiliyordu. ‘dirsek bölgesine’ diye geçirdi içinden. Derin bir nefes aldı, kaslarını gevşetti. Aniden gözlerini açtı, ileriye sıçradı ve toramanın dirsek bölgesine yumruğuyla indi. Her şey o kadar kısa bir zaman diliminde olup bitmişti ki, çocuklar tepki vermekte geç kaldı. Eller hala daha birbirini tutuyordu. Bunun olacağını ben de biliyordum. Zaten amaç elleri ayırmak değil ki, zinciri kırmak. İki nolu ayı neler olduğunu anlayana kadar elinde tuttuğu kola bir süre baktı. Kol birden ağırlaşmıştı. Dirsek kısmından sonrası yoktu ve kopan yerden kan damlıyordu. Neden dirsek dediğimi o an hatırladım. Dirsek bölgesi, eğer yöntemini bilirseniz koldaki kopması en kolay bölgedir. Ayı no.2 elindeki kolun toramanın kopmuş kolu olduğunu ancak toramanın kolsuz olduğunu görünce fark edebildi. Zincir kırılmıştı, topraktaki kanın kokusu ve görüntüsü kurban bayramını andırıyordu. Çocuklar panik içinde çığırıyorlardı. Panik, nefret, ama asla acıma değil. Bir daha kimse ufaklığa acımadı, ve bir daha hiç bir çocuk mor menekşe oynamadı. Bu arada ben de neyi unutmak istediğimi hatırlamıştım. Ve şu an gördüğüm saygı ve korkunun kaynağını…

Cevap eklemek için giriş yapmalısınız.