Türklerin savaşçı ünü tüm dünyaya yayılmıştı. Bundan haber alan Halife bir elçiyi islamı anlatması ve yayması için Türkistan’a gönderir. Uzun yolculuk sonunda Türkler’in topraklarına varır. Türkler, ilk defa böyle pis kıyafetli ve çirkin yüzlü bir insana rast gelmiş. Aralarından biri hemen kırbacını çıkarıp arabı dövmeye başlamış. Yalvar yakar arap ne için geldiğini kimlerden olduğunu anlatmaya başlar. Sonunda ise Türkler arasında ikilik çıkar. Türklerden biri der “Bu pis kıyafetli adamı Kağan’ın yanına götürürsek kellemizi mızrağın ucuna geçirip otağın başına diker” hararetli tartışmadan sonra arabın üstüne başına adam gibi Türk kıyafeti verilip öyle Kağan’ın huzuruna çıkartılır. Kağan’ın otağına girmeden önce kapıdaki subaylardan biri arabı baştan aşağı sürer. Tam içeri alacakken durdurur: “Bu kafandaki nedir ? Yılan gibi sarmışsın, çıkar lan şunu kafandan!”. Arap, sarığını çıkartıp Subaya uzatır. Subay araba seslenerek: “Ulan bana değil yere fırlat çek şu pis şeyi üzerimden beyinsiz!” arap sarığı yere koyar. Arap korkudan bildiği tüm duaları okumaya başlar ve en sonunda kazasız belasız otağa varır. Subaylardan biri araba kaş göz işareti yapar, arap anlamaz. Subay çeriye emir verir : “Şu araba Kağan’ın huzurunda nasıl durulur öğretin.” der. Arabı süründürerek Kağan’ın yerine yaklaştırırlar ve omuzlarından aşağı bastırıp diz vurdururlar. Kağan ise hiç oralı değildir. Çin elçisinin gönderdiği betiği okumaktadır. Arap, bir iki dakika diz vurmuş vaziyette bekler ve Kağan yüzünü araba çevirir. Kağan: “Bu pis koku senden mi geliyor?”. Arap şapşal bir ifadeyle Kağan’ın yüzüne bakar, Kağan hiddetlenerek yanındaki Subaylara bağırır “Götürün şu arabı yıkayıp öyle getirin!”. Arabı kollarından tutan Subaylar apar topar gölün içine fırlatır lakin arap yüzme bilmez ve boğulur. Subaylar ve Çeriler telaşa kapılır: “O arabın cesedi balıkları zehirleyecek derhal bunu çıkaralım” der. Aradan uzun bir zaman geçer, Halife gönderdiği elçi geri gelmediği için bir elçi daha gönderir lakin bu sefer gelen elçi müslüman bir acemdir. Acem, Türk adetlerini ve göreneklerini bildiği için efendice giyinerek Türkistan’a öyle varır ve Kağan’ın huzuruna çıkar.
Acem şöyle der :”Ben uzun yolculuktan geldim. Hurmaların yetiştiği develerin koşuştuğu hz ibrahimlerin musaların süleymanların yetiştiği Allah’ın nur saçtığı mekkeden geldim. Sizi Allah’ın dinini anlatmaya ve hak dinine davet etmeye geldim. ”
Kağan söze girer: “Demek öyle, bu elindeki nedir?”
Acem:”Elimdeki kitap Allah’ın emirlerini sizi bu kitaba uymaya ve Allah’a itaat etmeye davet ediyorum eğer bunu yaparsanız tüm islam dünyasının takdirini kazanacaksınız.”
Kağan: “Biz Türk Tanrısından başka kimseye itaat etmeyiz! Şu getirdiğin kitabı ver bakalım!” kitabın içeriği arapça olduğu için kitaptan hiçbir şey anlamaz. Kağan kitaptan bir bölüm göstererek “Oku bakalım şurayı” der.
Acem büyük bir hevesle gösterilen yeri okur gösterilen yerde aynen şu yazmaktadır: “Hurma ağacını kendine doğru silkele silkele ki sana taze hurmalar dökülsün ” (Meryem Suresi 25. ayet)
Türk başbuğu sakin bir sesle :”Hurma nedir?” der.
Elçi: “Hurma çok şifalı bir meyvedir hiç yemediniz mi ?”
Kağan: “Türkistan’da hurma diye bir meyve yok. Sizin kitabınızın hükmü Türkistan’da geçmez şimdi gidebilirsiniz.”
Elçi: “Ama efendim lütfen bir dinleyin lüt-lütfen bir ayet daha okuyayım”
Kağan: “Peki kitabı ver ben seçeceğim” der. Kağan sanki çok arapça biliyormuş gibi iki üç dakika göz gezdirir. “Hadi şunu oku bakalım” der.
Elçi okur “Ey iman edenler peygamberin evlerine vaktine dikkat etmek isteyip bir yemek için izin verilmedikçe içeri girmeyin peygamberi yemek yerden rahatsız etmeyin! ” (Ahzâb Suresi 53)
Kağan söze girer: “Peygamberiniz sağ mı ?”
Elçi: “Hayır vefat etti.”
Kağan:”Şimdi bu ayet bizim ne işimize yarayacak o zaman? Peygamber sağ mı ki biz onun evine girerken izin alacağız yemek yemek için bu ne saçmalıktır böyle !”
Elçi: “Şey efendim..şimdi ben ne desem bilemedim..”
Kağan: “Ulan sen bizle alay mı edersin nasıl bir din lan bu ! Yıkıl karşımdan! ”
Elçi: “Lütfen efendim bir ayet daha okuyayım lütfen!”
Kağan: “Subaylar, bu adamı alın ve ayaklarına 500 sopa vurun geldiği yere postalayın!”
Elçi: “Allah rızası için dinleyin yalvarırım lütfen son bir ayet”
Kağan: “Peki ancak bu sefer bizi kızdırırsan çok fena olacak. ” elçi heyecanlanır. Kağan eline kitabı alır ve bir bölüm seçer.
Elçi : “Biz bu kitabı mekke ve çevresine gönderdik!”
Kağan: “Ulan kendi kitabınız bile bu kitabı mekkelilere gönderdik diyor sen hangi akılla bizi bu dine davet ediyorsun!”
Kağan hiddetlenerek kılıcını kınından çıkararak PAAAT elçinin kellesi top gibi yere yuvarlanır. Kelleden fışkıran zehirli gaz zemindeki Uygur dokuma halısını eritir. Kağan bu durumu şaşkınlıkla izlerken aynen öfkelenir ve tüm Subaylara emir verir : “TÜRKİSTAN HORDASINI TOPLAYIN KATLİAMA ÇIKACAĞIZ !”.
Ayanokoji-sanAmk n*wi
Halife, bir elçiyi islamı anlatması ve yayması için Türkistan’a gönderir…
Paylaş