Geçen gün arabama binip SÜR™meye başladığım zaman garip bir şey hissettim. Sağ ayağımın altında her pedala bastığımda inanılmaz bir ağrı oluşuyordu. Ama öyle böyle bir acı değil sanki BIÇAK ÜSTÜNDE KOŞMAK™ gibi bir acı.
Bunun gibi keskin ve şiddetli acılar genelde sadece DÖVÜŞ KULÜBÜ™nden çıktıktan sonra olurdu. Vücudumdaki çürükler ve yaralanmalarda bile böyle acılar olmazdı. Kramp falan girdi diye düşünüp elimi cebime attım ve ORMAN SAKIZI™ çıkarıp çiğnemeye başladım. Bedenim eğer farklı bir aktivite üzerinde çalışır ve düşünürse acının hafifleyeceğini düşündüm. SÜR™meye devam ettim. Ama her pedala bastığımda acı gittikçe artıyor, katlanılmaz bir hâl alıyordu. Canım o kadar çok acıyordu ki, her pedala bastığımda kendimi toparlamak için yaklaşık 5 dakika boyunca beklemem ve derin derin nefes almam gerekiyordu. Birisi sanki her pedala bastığımda pürmüzle ayağımın altını yakıyormuş, başka biri de jiletle kesikler atıyormuş gibi hissetiriyordu. Sağa çektim, gözlerimden yaşlar gele gele arabamdan indim. Artık SÜR™emezdim.
Şansa bak ki uzaktan turuncu bir arabanın geldiğini gördüm. Üstünde dama işlemeleri vardı. Taksi yani. Adam beni kaldırımda, derin derin nefes alırken görünce sordu;
“Hayırdır hemşerim, yardım lazım mı?”
Bu TAKSİ SÜRÜCÜSÜ™ beni işe kadar bırakmaya kararlıydı. Ben de süremeyeceğimi anladığım için arabamı kitledim ve taksiye bindim. Ama taksiye bindikten sonra bir kaç detayın gözümden kaçtığını farkettim. Evet turuncu bir araba ve yan taraflarında damalı baskılar var, ama arabanın çatısında o taksi yazan şey yoktu. Ve burası bir taksi değilde garip bir bakır ve dışkı gibi kokuyordu.
“Eee yiğidim anlat bakalım, noldu nördün ne böyle oldu?”
Adama bakıp;
“Ayağımın altında feci bi acı var. Beni en yakın hastaneye götürebilirmisiniz?” dedim.
Ben yeni farketmiştim ki, adam benim nereye gideceğimi sormadan çoktan sürmeye başlamıştı. Ben lafımı bitirdikten sonra ancak farkına varabildim. Oldukça paranoyak biri olarak kafamda alarmlar bağırıyordu, burada kesinlikle ama kesinlikle bir iş vardı.
Bu adam SAPIK™ olabilirmiydi? Zaten radyoda çalan şarkılar amerikan kovboy filmlerinde çalan şarkılara acayip benziyordu. Bu burnunu, şemalini siktiğim adam AMERİKAN SAPIĞI™ bile olabilirdi.
Birdenbire toprak bir yola saptık. En yakın hastanenin burdan sadece 2 kilometre kadar uzakta olduğunu biliyordum.
“İnmek istiyorum. En yakın hastane burdan değil ho-” derken adam ceketinin iç cebinden bir tabanca çıkardı ve bana doğrulttu.
“Hiç bir yere gitmiyorsun.” Emredici bir ses tonuyla.
Şimdi yarrağı yemiştim. Gözlerimi silahtan çekip bana pişmiş kelle gibi sırıtan bu adamın suratına bakınca bir benzerlik görmüşüm gibi hissettim. Bu adamı daha önce gördüm. Kahvecide, bakkalda, kuruyemişçide, gittiğim kafelerde, bacağım kırıkken bindiğim otobüslerde, her zaman beni izliyordu. Benim kadar paranoyak ve temkinli olan biri, nasıl 3 ay gibi, belki de daha uzun bir süredir beni takip eden bir adamı farkedip harekete geçmemiştim.
Yanımda ne çakım vardı, ne de arabada üstüne saldırabilip kendimi kurtarabileceğim silahvâri bir şey. Zaten ağzımın tam ortasına silah doğrultmuşken bir bok yapamazdım. İyice streslenmeye başlamıştım ki;
“ŞAKACI™, beni hatırladın mı?” diye konuşmaya başladı. Kim olduğunu hatırlamadığımı bildirmek için kafamı sağa sola salladım.
“Ahaha, seni gidi ŞAKACI™ seni. KAN OLACAK™, bunu biliyorsundur umarım, keh keh.” diyerek gözünü yola çevirdi.
“N-n-nereye gidiyoruz?” diye söyledim, ödüm bokuma karışmıştı, doğru, ama hâlâ bu durumdan nasıl çıkabileceğim hakkında bir fikir oluşturmaya, plan çıkarmaya çalışıyordum.
“DENİZFENERİ™ne.”
Burdan yaklaşık bi 3-4 kilometre kadar uzakta bir DENİZFENERİ™ var. 2008 yazında kullanıma kapatıldı ve kapıları çivilendi. Eskiden oraya arkadaşlarımla bira falan içmeye giderdik geceleri. Kapıları kırıp içeri dalmak acayip kolaydı, manzara da fena değildi. Ama o tatlı gençlik anılarının olduğu aynı yerin, bu SAPIK™ tarafından öldürüleceğim yer olacağını hiç tahmin etmezdim.
Radyonun sesini kısıp bana aynı, hırıltılı sesiyle konuşmaya başladı.
“AMERİKAN TARİHİ™ni bilirmisin?”
Hayır anlamında kafamı hafifçe sağa sola salladım.
“Öyleyse, BİR ZAMANLAR AMERİKADA™…” diye başlayıp bana neredeyse bütün bir romanı anlatırmışcasına anlattı AMERİKAN TARİHİ™ni.
Sözlerini bitirdiği zaman DENİZFENERİ™ne gelmiştik bile. Kafamda olayların hiç biri mantıklı gelmiyordu. Kim lan bu eleman? Kim oğlum bu? Niye arkadaşıymışım gibi konuşuyor benimle? Sempatik olduğunu falan mı sanıyor?
“Önden sen.” diye sırıttı bana. Kapıyı açıp yavaşca DENİZFENERİ™nin kapısına yürüdüm. O da araban inip peşimden geldi.
“Yukarı çık, merdivenlerden çıkarken ellerini kafanın arkasına koy.” diyerek silahıyla merdivene işaret etti. Dediğini yapıp merdivenlerden teker teker çıkmaya başladım. Gözlerim fıldır fıldır dönüp silah niyetine kullanabileceğim bir şey arıyordu. Tuğla, taş, kırık bir cam parçası, herhangi bir şey. Bu SAPIĞI™ alt edip kaçmam gerekiyordu. Ve ardından yerde bir gazoz şişesi gördüm. Yukarı kattayken o hâlâ merdivenlerden çıkıyordu. Şişeyi alıp merdivenin korkuluk kısmında beklemeye başladım. Merdivenlerden kafasını çıkardığı anda…
ÇAT! Kafasına şişeyle geçiriverdim. Silahıyla rastgele 2 el ateş etti!
Hemen korkuluklardan atlayarak merdivenlerden inmeye başladım. Her adımım o kadar kayıp düşmeye yakındı ki, ama kendimi düzeltecek vaktim yoktu. İşin ucunda canım vardı en nihayetinde. Hemen kapıdan fırlayıp arabanın olduğu yere doğru depar attım. Farları hala yanıyor ve kapıları açıktı. Hemen SÜR™ücü koltuğuna geçip 180° derece bir dönüş attım. Kalbim kendi atışlarıyla yarışıyordu. Gaza abanıp ordan son hız uzaklaştım. Arkamdan uzak bağırışlar duyabiliyordum ama sinirli bir adamın saçma laflarından başka bir şey değildi. Galiba 3 el daha ateş etti arkamdan, kulaklarım DENİZFENERİ™ndeki silah patlama seslerinden dolayı çınlıyordu. Tek düşünebildiğim eve gidip herşeyi kilitlemek ve 3-4 gece uyumamaktı. Dikkatli olmam gerekiyordu. Korkudan tir tir titriyordum.
Polise gitmedim. İşe de. Camdan öylece bakıverdim. Tam 4 gün. Tam 4 gün boyunca evde paranoyak bir biçimde, sağ cebimde muşta, sol cebimde Wesson 357 bir altıpatlar, gömleğimin cebinde küçük bir çakı ve elimde de yivsiz bir av tüfeğiyle bekledim ama ne gelen oldu ne giden. Patronum bile niye işe gelip gelmediğimi sorgulamadı. Ki bu adam işe 5 dakika geç kalanın başının etini yiyen cinsdendir. Kapılara sandık, kitaplık, camları yatak örtüleriyle kapattım. En kırılgan olan yerlereyse yerden söktüğüm parkelerle barikat yaptım. Beni gelip avlamaya çalışacağından o kadar emindim ki tam 4 tam gün evin içinde narkotik operasyonu yapar gibi her köşeyi dikkatle döndüm. Evdeki malzemelerle bubi tuzağı yapmayı bile düşündüm.
5. gün artık halüsinasyon görmeye ve aklımı yitirmeye başlamıştım. O gün hava sisliydi. Camlardan bakarken aynı beni alan bir taksinin başka bir adamın yanına doğru yanaştığını gördüm.
O taksiyi gördüğüm anda kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki, ne yapacağımı bilemedim. Kaşlarım çatık izlemeye başladım.
Aynı adam, benimle 5 gün önce aynı durumda olan bir adama aynı vücut dili, aynı el kol hareketleri ve aynı mimiklerle konuştu. Ve adam kaldırımdan kalkıp yolcu koltuğuna doğru yürürken yüzünü gördüm.
A-a-aynı ben. Yemin ediyorum aynı ben. Allah kuran üstüne hiç bir farkımız yoktu. Benim 5 gün önce giydiğim kırmızı beyaz çizgili yeşil gömleğimin bile aynısını giyiyordu. Hatta aynı benim gibi ilk 2 düğmesi de açıktı. Hemen dışarı fırladım ama o taksi bozuntusu araba çoktan kayıplara karışmıştı. Ben de arabayla atlayıp hatırlayabildiğim kadarıyla beni götürdüğü yoldan gitmeye başladım.
Kucağımda tüfeğim, şuanda yoldayım. Belki herşeyin BAŞLANGIC™ı bu olabilir. Bu bir rüya mı? Anlayamıyorum. Halüsinasyon görüyor olabilirim. Artık bildiğim tek şey KAN OLACAĞI™.