Yalnızlığın ne demek olduğunu bilmiyordum. Çünkü kendimi bildim bileli yalnızdım. Eğer bir an bile birine ait olma duygusunu yaşasaydım büyük ihtimal sonrasında yalnızlığı iliklerime kadar hissederdim. Ve hiç bir zaman yaşamadığım bu duyguyu o trene binerken yaşayacağımı asla tahmin edemezdim.
Elimde karalayarak her tarafını sim siyah yaptığım not defterim ve sırt çantamla treni bekliyordum. Tren hızla geldiğinde yaranan rüzgar defterimi sayfa sayfa açtı. Hemen toparlayıp trene bindim ve arkamca biri daha bindi. Onun farkına bile varmamıştım. Ama o benim ve elimde tuttuğum defterin farkına varmış olsa gerek ki ince sesiyle ona bakmamı sağladı. “Ne hissettiğinizi anlaya biliyorum.” dedi.
Neden bilmiyorum ama tanımadığım birisi benimle sebepsiz yere konuşmaya başlayınca heyecanlanıyorum o yüzden bunu bastırmaya çalışarak. “Efendim?” dedim. Bunu derken özellikle sesimin tonunu iyi ayarlamıştım. Çünkü saatler sonra söylediğim ilk sözcüktü ve sesim garip ve olduğundan farklı bir tonda çıkabilirdi. O ise devam etti. “Çizimlerinizi diyorum. Karma karışık gözüküyor. Ama ben anlayabiliyorum. Umarım bu karamsarlıktan bir an önce kurtulursunuz…”
Ben bunun karşısında çok şaşırdım ve sadece kafamı salladım. Ama konuşmanın devamı gelmedi. Ikimiz de sustuk. Belli ki o da benim gibi çekingendi. Bu küçük konuşmadan sonra tamamen onunla ilgilenmiyormuş gibi davrandım. Bunu niye yaptığımı bilmiyorum ama öyle yapmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Oyalanmam için defterimi ve kalemimi aldım. Yol boyu bir yandan onu izliyor bir yandan da kendimden bağımsız karalama yapıyordum defterimde. O da kafasını cama yaslayarak kitap okuyordu. Ikimiz de umursamaz görünüyorduk ama bütün düşüncemin içinde o vardı. Acaba onun düşüncesinde de ben var mıydım?
Dakikalar önce duyduğum sesini tekrar duymak için çırpınıyordum. Çizimlerimi anladığı gibi bu çırpınışlarımı da anlıyor muydu acaba? Sanmam. Çünkü anlasaydı beni bu zorlukla yalnız bırakmazdı. Bazen yanlışlıkla göz göze geldiğimiz o küçük saniyelerde vücudumdaki ani değişimler beni ele geçiriyordu. Yol boyu onunla sohbet başlatmak hakkında düşünüyordum. Aniden gelen bir cesaretle tam nefesimi içime çekerek bir şey söylemek isterken birden bire duruyordum. Ve durduğum için kendime kızıyor ama elimden de bir şey gelmiyordu. Onu izlemek her ne kadar güzel olsa da beni acıtıyordu. Çünkü ben artık biliyordum. Bu trenin duracağını ve o indikten sonra onu bir daha göremeyeceğimi biliyordum. Ve bu acıtıyordu. Her şeyden daha çok hem de. Yıllardır hayatımda bulamadığım bu duyguyu daracık bir tren vagonunda bulmuştum. Kafasını yasladığı camdan düşen güneşin yeşili gözleriyle kavuşmasında bulmuştum. Gözlerimi ondan alamayınca bunu hissetmiş olsa gerek yanlışlıkla göz göze geldik. Bu kısa anın hemen ardından telaşla yine umursamaz tavırlarımı devam ettirmeye çalışırken ellerimin titremesini gizlemeye çalışıyordum. Duygular daha önce beni böyle ele almamıştı. Bu yaşadığım ilk şeydi. Ama aynı zamanda da son şey olma düşüncesi beni terletiyordu. Zaman geçtikçe korkum daha da artıyordu. Çünkü o her an trenden inerek gidebilirdi.
Eskiden parmaklarım acıyana kadar sert tuttuğum kalemi şimdi elimde hissetmiyordum bile. Hissettiğim tek şey derin bir huzurdu. Ve bu huzurun eşliğinde karalıyordum defterimi…
Kağıtta daha fazlası için yer kalmadığını farkedince karalamayı durdurdum ve çizimime baktım. Dakikalarca uğraştığım şeyi daha yeni yeni görüyordum. Ben galiba cenneti çizmiştim… Yıllardır kurtulamadığım bu karamsarlıktan tahmin etmediğim bir şekilde kurtulmuştum. Aynı zamanda da yeni bir korku kazanmıştım ve bu korkuyu yaşamama çok az kaldığını hissediyordum.
Tren aniden durdu. Bu sefer gideceğini hissetmiştim. Ve hislerim beni yanıltmadı. O elini çantasına attı, kalkmaya hazırlandı. Bu sırada telaşla resmimin üzerini kapadım. Çünkü o görebilirdi ve en önemlisi anlardı. El kadar kağıda çizdiğim karalamayla bütün yol boyu tüm aklımdan geçenleri anlardı. Bunun olmasını istemediğim için kapadım kağıdımın üzerini. Ama birden vazgeçtim. Tüm çekingenliğimi ve herşeyi bir kenara attım. Görsün istedim. Bu yüzden elimi yavaşça kağıdın üzerinden kaldırdım. O yerinden kalkınca heyecanla bakmasını bekledim. Kalp atışlarım bütün vücuduma yayılmıştı o sırada. Ama o göz ucuyla bile bakmadı. Ve trenden inerek uzaklaştı.
Ilk kez duygularıma bir fırsat vermiştim o gün. Hayatımda ilk kez yapmıştım bunu. Ama bir karşılığı olmadı. Kağıdı defterden yırtarak attım. Yalnız kalarak donuk bir şekilde ağladım. Kalemi tekrar daha sert tutarak karaladım ve karaladım. Ve bu sefer cehennemi çizdim. Yarattığım cehennemin alevi önce kağıdı sonra ellerimi sonra da kalbimi yaktı.
Tüm yol boyu kendimi suçladım. Keşke cesaretimi toplayıp konuşsaydım onunla. Keşke o güzel gözlerine çekinmeden bakabilseydim. Ama şimdi yaptığım tek şey ilk karşılaşmamızda duyduğum sesini kafamda tekrarlamaktı.
Evet… Artık yalnızlığın ne olduğunu biliyordum. Saatler öncesine kadar hayatımda sadece ben ve düşüncelerim vardı. Şimdiyse ben, düşüncelerim ve onun hayali. Onun hayali geldi ve düşüncelerimi benden aldı. Onlar ikisi ve ben tek. Şimdi sadece ben varım hayatımda…sadece ben…
Kurşun kalemin ucunun kırılmasıyla bıraktım artık karalamayı. Elimin kenarları kap kara olmuştu. Cebimden mendilimi çıkardım ve elimi silerken önümdeki koltuğun kenarına sıkıştırılmış bir kağıdı gördüm. Tam o an sanki halatlarla sımsıkı sıkılmış kalbim bir anda özgürlüğüne kavuşmuştu. Hemen telaşla kağıdı aldım ellerim titreyerek açtım. Gördüğüm şey ise “Anlıyorum…” yazılı bir not ve altında telefon numarası…